Babalarından şefkat almayan kızlar ve anneler ve oğulları…
Azınlıkta çok harika anneler var, onları tenzih ediyorum.
Ama annelerin çoğunluğu, eşlerinden bulamadıkları şefkat ve duygu paylaşımlarını oğullarına projekte ediyorlar.
Oğulları, kocalarının olamadığı duygusal koca olsun istiyorlar.
Oğullarının sağlıklarını merak etmelerini, saçlarını okşamalarını, çiçek getirmelerini, beraber perde alışverişine gitmeyi istiyorlar.
Bluğ çağından itibaren erkek çocuklar bundan yorulmaya başlıyorlar, ama yine de “görevlerine” devam ediyorlar.
Zaten ergen delikanlı-anne çatışmalarının temelinde de bu var.
Delikanlı, ilk gördüğü ve en iyi tanıdığını düşündüğü kadın olan annenin, sürekli talepkar ama müşfik modeline duyduğu hayranlık-korku karışımı duyguyu bütün kadınlara projekte ediyor.
Ve asla kadınları anlayamayacağını zannediyor.
Buna rağmen evlenirse, ve annesi eşine kuma muamelesi yapmasa bile, yıllar süren duygusal kocalıktan yorgun, o da eşine şefkat veremiyor.
Yani sorun aslında annelerin oğullarını prens gibi yetiştirmeleri değil, kendilerini prenses zannetmeleri.
Bir babanın oğluna bırakacağı en büyük miras, duygusal boşluğu olmayan bir anne.
Ve kadınları korkmadan sevmesi için, aşk romanları.
Mutlu annelerin bağımsız oğulları olur.
Babalarından somut şefkat almamış kadınlar ve şefkat alsalar da, babalarının erkek gibi yetiştirdiği kadınlar erkeklerle rekabete girer, ve güvenmezler. Erkek egemen dünyada savunma amaçlı güçlenirler, zırhları ve kalkanları olur.
Kendilerinden daha erkek erkekler arar ve bulamazlar.
Evrenden şefkat almayı öğrenemedikleri için, eş ve iş sorunları yaşarlar.
Baba sorununu aş(a)mayan kadınlar, kadın ve mutlu olamazlar…
Önce zihin özgürleşmeli, sonra teslimiyet ve esneklik gibi feminen değerlerle barışılmalıdır.
Mümkünse saygı duydukları bir adamdan, paternal şefkat de şifalandırıcıdır.
Zor kadınlar için zor biliyorum.
Ama yapamasalar bile, Murathan Mungan’ın cümlesiyle, “aramaktan vazgeçmesinler, bulmaktan vazgeçsinler”…