Batı’dan Doğu’ya Mabet- Kahraman’ın Yolculuğu
Küçük, küçücük bir mekanda olduğunuzu düşleyin, karanlık. Buraya bir isim vermek gerekir diye düşündüğünüzü düşleyin ve içinizden oraya kendi düşünme alanınız ya da kendi mağaranız ya da kendi içiniz diye isim verdiğinizi düşünün. Gözünüzün önüne bir kelime geliyor, bu kelime felsefik anlamda çok önemli bir sözcük, yani VITRIOL. Latince bir cümlenin kısaltılmışı. Anlamı kendi derinliklerine gir orada felsefe taşını bulacaksın demek. Ama bu felsefik cümlenin önemli miktarda araştırmayı gerektirdiğini de beyninizin bir noktasında kavrıyorsunuz. Demek ki, yapılacak ilk şey derin düşüncelere dalarak, ya da meditasyon yaparak diyelim, bu cümlenin anlamını kavramaya çalışmak. Aslında bütün kitaplı ve kitapsız dinler bu, kendi içine dönmeolayının belirli bir mekanda yapılmasını söylerler, bu yerin adı kilise, cami, sinagog, tapınak da olsa ortak isim tüm dünyada mabettir.
O zaman bu cümleyle birlikte mabet kelimesinden ve böyle bir mekanın oluşturulmasından kasıt nedir diye düşüncelere de dalmak gerekiyor galiba. Demek ki bir mabede giriyoruz ve bu mabet örneğin Hristiyanlıkta batı-doğu yönünde uzanır. Ama bu yön Hristiyanlığa Antik Roma dini Mitraizmden geçmiştir. Demek ki Batı’dan Doğu’ya yapacağımız bir yolculuk söz konusudur. Demek ki, kendi içimize dalıp kendimizi, kendi benimizi, oradaki bizi, bizden farklı olan, ya da aslında bizi oluşturan ama bizim dışımızda kalan bizi ya da beni araştırırken, bu işi bazen mabette başkalarıyla beraber bazen de yalnız başımıza, ama hepsinde derin bir meditasyona dalarak yapmamız gerekiyor. Peki Batı’dan girdiğimiz bu mabette eğer Doğu’ya doğru ilerliyorsak orada ne olacak dersiniz?
Elbette hem Batı hem Doğu birer sembol, ama sanırım orada kendimizle hesaplaştığımızda (daha önceki yazılarda bolca sözünü etmiştik) kamil insan mertebesine çıkacağız ya da Nirvana’ya da diyebiliriz. Peki kamil insan seviyesine çıkınca işimiz bitiyor mu dersiniz? Doğu’ya geldiğimizde bu aslında yeni bir Batı değil midir? (JonathanLivingstone’ı hatırlayalım). O zaman yeni hedef olan yeni Doğu’ya bir yolculuk daha başlamış demektir, yani kendi içimizin gittikçe daha derinine ve bir başka benliğe doğru yol alıyoruz. Bu yolculuğu bir daire diye düşünelim git git bitmez belki ama sonunda başladığı noktaya dönecek bir daire. Bu yolculukta tek yapacağımız kendini tanıma eylemidir ve bu eylemi bir takım sembolleri anlayıp, yorumlayarak ve onları her aşamada aşarak gerçekleştiriyoruz. Aslında başkalarıyla birlikte girdiğimiz, adı cami de kilise de olsa mabet, kendi içimizde oluşturmamız gereken bir sembolik anlatım değil midir? Orada kendimize benzeyen insanlarla birbirine benzer bir kendini tanıma işlemi yaptığımızda, bu yolculuğun sonunda hepimizin ortak bir mabet kurması söz konusu olabilir. Ancak bu ortak mabet bir bütünolarak ortaya çıktığında bir değer ifade ediyor, bir noktaya ulaşıyor demek olabilir.
O zaman bu çalışmaları dünyanın her yanında aynı saatlerde diğer kişilerle yaptığımızda belki toplu olarak kendimizi bir noktaya konumlandırıyor olabiliriz. Yani önce kendi pürüzsüz benliğimizi elde edip sonra diğer pürüzsüz benliklerle ortak bir pürüzsüz benlik oluşturma yolunda ilerliyor olabiliriz ortak mabette ve kendi içimizde oluşturduğumuz mabetlerde.
Şunu da unutmayalım mabedimize Batı’dan giriyoruz yani güneşin battığı noktadan, karanlıktan, Doğu’ya ulaşmaya çalışıyoruz, güneşin doğduğu noktaya, aydınlığa. O zamanbu yolculukta kendi dışımızda bırakmaya çalıştığımız dünyanın karanlığını, pisliklerini, hırslarını, adaletsizliklerini üzerimizden ata ata Doğu’nun saf ışığına doğru yolculuk yapıyoruz demektir. Evet bu bir yolculuktur. Işığa doğru yaptığımız yolculuk. O zaman mabet içinde geçirdiğimiz her an bizi karanlığın kirlerinden arındıran birer mihenk taşıdır.
Ulaştığımız her mola yerinde biraz daha temizlenerek yürüyoruz. Öncelikle bulunuuğumuz mekan kendi içimiz demiştik, öyleyse kendi içimizde kendi hesaplaşmamızı yapmalıyız önce, aynaya bakıp gerçekten kim olduğumuzu kimseye değil, kendimize söyleyebilmeliyiz. Kendi hatalarımızı kendimize itiraf edebilmeliyiz ve geçmişte kalan herkesten ama herkesten özür dileyip onların da bizi affetmesini onlardan içsel olarak isteyerek yönümüzü ışığa bakacak şekilde çevirmeli ve bu sert ve acımasız yolculuğa hiçbir korku duymadan çıkabilmeliyiz. Yolculuğumuzda bize yanında yürüdüğümüz mabet arkadaşlarımız muhakkak yardım edeceklerdir, onların da birer sembol olduğunu düşünürsek-buradaki her şey semboldür- onlar acaba gerçekte kimlerdir ki bize ışığa ulaşmamız için yardım etmekteler? Sanırım bolca düşünmemiz gereken bir soru bu.
Dedik ki üzerimizden dışımızda bıraktığımız dünyanın kirini karanlığını atıyoruz ve ışığa yürüyoruz. O zaman burada bir ikilikten söz ediyoruz demektir. Biri Aydınlık biri Karanlık, siyah- beyaz, ying- yang gibi zıtlıklardan. Bunları ardımızda bıraksak da içimizdeki karanlığın yerini başka bir şeyin dolduruyor olması gerekir, o da ışıksa bütüne ancak bu karşıt boşluğu doldurarak ulaşabiliriz demek değil midir? Peki bizim tam zıttımız bir dünya düşünelim. Oradaki varlıklar da karanlığa doğru yürüyor ve aydınlıktan hoşlanmıyor olsunlar. O zaman onlar da aydınlık yerine karanlığı koyacaklardır. Ve kendi bütünlerini oluşturacaklardır. Ama bu yine de bir bütün müdür? Acaba o dünyadaki varlıkların karanlıklarıyla, bu dünyadaki bizlerin aydınlıklarıbirleştiğinde mi gerçek bütün oluyor dersiniz? Acaba gerçeğin içindeki hakikat derken büyüklerimiz bunu mu kastettiler?
Bütün Kahraman’ın yolculuğu hikayelerinde ortak bir özellik var. Kahraman yaptığı yolculukta muhakkak bilge birinin önderliğinde bu yolculuğu yapıyor, ondan tavsiye alıyor. Bu kişi kahramana hep rehberlik ediyor aslında. Çünkü o yolculuğu daha önce yapmış, o aşamalardan geçmiştir. (Yine Martı’yı yine Avatar’ı, yine Matrix’i, Sanctum’uve Harry Potter’ı hatırlayın).
Rehber, yaptığımız bu ruhsal yolculuğumuzda girdiğimiz mabedimizde bize ışığa ulaşmamız için yol gösterecek olan yardımcı ruh mudur acaba bizden önce bu yolculuğuyapmış olan? Aynı rehber aynı anda birkaç kişiye rehberlik yaptığına göre o zaman rehber bir ruh kümesinin eğitmeni olup, onlara bir sonraki adımda ne yapacaklarını gösteren, hatalarını söyleyip, kusurlarını düzelten, kendilerini yontmaları için yardımını esirgemeyen bir ruh mudur?
Bütün bu anlattıklarımızdan mabedin ölüm sonrasında gidilen bir alem olduğunu anlamışsınızdır. Mabette olan her şey birer sembol olduğuna göre ölüm de bir semboldür belki de. Peki Doğu neresidir, Rehberimiz aslında nerededir? Çünkü o artık bir sonraki aleme geçmiştir, hırslarından, kötülüklerinden, kirinden mabedin içindekilere göre arınmış ve kendi gibi arınmış bireylerin-ruhların- olduğu bir sonraki gelişmişlik düzeyine çıkmıştır. Artık aramızda değildir ve nasıl 5 boyut bizim içinde yaşadığımız 4 boyuta dışarıdan bakabilirse, nasıl bizler iki boyutlu bir düzleme tepeden baktığımız halde, o düzlemin içinde varsa yaşayan varlıklar bizi göremezlerse, biz de bu rehberin içinde olduğu boyutu gözlemleyemeyiz ama onun da kendi üstünde bulunan alemlere gitmek için yeni bir yolculukyapması gerektiğini ve onun gittiği alemin ötesinin ve daha yüksek alemlerin olabileceğini de göz ardı etmemeliyiz.
Bu durumda Batı’dan başlayıp Doğu’da sona erermiş gibi görünen ışığa olan yolculuğumuz, Doğu’nun belki de yeni bir Batı olduğunu ve bu yolculuğun bitip her yeri ve her şeyi kaplayan ışığa, ana kaynağa gidene kadar çok yolumuz olduğunu bize hatırlatan, belki bir an için iç karartan, ama muhakkak çalışma gücümüzü kamçılayanruhsal rehberimizin eşliğinde başka bir anlam kazanmaktadır.
Kahraman’ın yolculuğu her bir bireyin kendi içindeki kahramanı bulmak için yaptığı bir büyük yolculuktur ez cümle deyip noktalayalım.