Bayram mı dedin?
Bir gün gelecek bir bakacağız bayram falan kalmamış. Eskiden derken çok da abartmıyorum hani 30-35 sene taş çatlasın… Her çocuk bir mutluluğun resmiydi sanki…Pamuk şekere bulanmış yüzlerde coşku ve bayramın izlerini görmek mümkündü. Ceplerde misket diğer cepte Zambo sakız ya da LionMelba çikolatanın artist kartları, ama elbette mendil içindeki bayram harçlıkları için bir yer vardı. Bir de bayram yerleri vardı elbet; Atlı karıncalar, hedefe atılan plastik simitler, aynalar ve bin bir çeşit oyunlar hemde hiç ayrımcılık olmayan sevgi ve özgürce kucaklayan bir dönem. Bu ele avuca sığmayan yaramaz afacanların okul karnelerinde; hayat bilgisi, hal ve gidiş ile yurttaşlık dersleri vardı. Bu derslerin özellikle hep “pekiyi” olması onların gözünden koca dünyaya bakışlarına farklı bir renk, anlam ve değer katardı.
Büyüdü çocuklar elbet görüp geçirdikleri birlikte yaşam, paylaşma arzusu gibi kültür ve geleneklerini çocukları ve komşularıyla paylaştılar. Geçmişten gelen zengin yaşam kültürünü başta çocukları olmak üzere devam ettirmeyi çok arzu ettiler. Başta bayramlar olmak üzere… Bırakın bayramları bayramlıkları bile veremediler.:( Hiç bir şey eskisi gibi değildi artık tüm evren belki bir “tık” la açılıyordu ama gönül kapıları kapalıydı. Hiç bir şey babaların anlattığına benzemiyor ne sevgiyle okşanan bir baş, ne de bayram harçlığını beyaz mendil içinde veren biri vardı. Ne mahalledeki faytoncu ne de çıngıraklı eşek… Babalar bile bu hayali nerdeyse unutmuş zaman tünelindeki filmi çocuklara aktarmakta zorlanıyorlardı. Yaşam dediğimiz sayılı nefesler tükenmiş hayat teknolojiye yorgun düşmüştü. Kum saati tıkanmıştı sanki… Yeni nesil çocuklarına torunlarına ne anlatacaktı acaba..? Pardon bayram mı demiştin…
Elbette eski bayramların lezzeti birazda yaşadığımız süreçle ilgili. Şöyle bir Cumhuriyet öncesine bakarsak savaştan çıkmış bir ülke, çekilen sosyo-ekonomik sıkıntılara bir nebze olsun bayramlar ilaç olurdu. Şu dönemde bile giderek kaybolan geçmişin belki de hala yaşayan en önemli geleneği. Dünya dönüp duruyor bu değişime rağmen bir “bayram havası” almak şimdilik hala mümkün.
İşte tam da 30-35 sene önce dediğimiz gibi Şenay’ın dillere pelesenk olan bir parçası vardı “Hayat Bayram Olsa”;
“Şu dünyadaki en mutlu kişi
Mutluluk verendir
Şu dünyadaki sevilen kişi
Sevmeyi bilendir
Şu dünyadaki en bilge kişi
Kendini bilendir
Şu dünyadaki en soylu kişi
İnsafa gelendir
Bütün dünya buna inansa
Bir inansa hayat bayram olsa” diyerek devam ederdik parçaya.
Bayramları yaşamsüremizdeki en önemli ve anlamlı günler olarak karşılıyoruz. Eskiler bayramın gelişi arifeden bellidir derler. Çünkü herkesi bir telaş sarar giyim kuşamdan bayramlık alışverişe hatta bayram temizliği bile meşhurdur. Davulun sesi, bayram namazları, zengin bayramlık kahvaltılar onun ardından kabristan ziyaretleri uzayıp gider bu ritüeller…
Değerli bir üstadımız; gazeteci, yazar, tarihçive İstanbul milletvekili olan Ahmet Rasim’in bir bayram sohbetindeki “bayramlık” görüşünü sizlere son olarak aktarmak isterim; “Fes: Sıfır Numara kalıp. Püskülü iri doblen olacak ve festen yarım santim daha kısa duracak. Şaçlar: Brezilya kahvesinin koyu kavrulup, sulu pişmiş rengine boyanacak. Arkabiraz top, biraz da kıvırcıkduracak.Kaşlar: Yukarı fırçalanmış. Gözler: Birazsüzük. Dişler: Gülerkendeğil, esnerken bile görünmeyecek. Kravat: Şerbetivişneçürüğü. Yelek: Açık, çiftdüğmeli. Pantolon: Koyusiyah, maviüzerinehareli, paçalardar. İskarpin: Lostrin bağlama.”
Gönlünüzce geçecek nice bayramlara…