Beklemek Sanatı
“Yine de bir iştir beklemek. Bekleyecek bir şeyi olmamaktır korkunç olan.” Cesare Pavese
Benim gibi atari&bilgisayar neslinin ilk kuşakları aşinadır “loading”, “please wait” yazılarına. Oyuna kaldığı yerden devam etmek için ya da yeni bir oyuna başlayabilmek için duyulan heyecanı kat be kat yukarılara çıkaran o malum görüntülere alışıktır. Şimdiki gibi zırt diye başlamak mümkün mü Azizim ? Bekle Allah bekle …
Teneffüs zilinin çalmasını beklerdik olağanca hızımızla bahçeye koşmak için nedensiz, tatilin gelmesini, sınav sonucunun okunmasını, okulun bitmesini beklerdik, şimdi de bekliyoruz birşeyleri … Ben bu yazıyı yazarken, sizler bu yazıyı okurken bekliyoruz. Yeni birşeyler beklemek için şimdiki bekleyişimizin sona ermesini bekliyoruz. Ömrümüz bekleyerek mi geçiyor ne !
Ben hayatımın bir döneminden beridir mümkün olduğunca az uyumaya gayret ediyorum, ömrümün yüzde bilmem kaçı uyuyarak geçmesin diye. Lakin beklemek hadisesine bir çözüm getiremedim. Beklemeyi gerektirmeyen şeyler bulmayı denesem olmaz heralde ya da hiçbir şeyi beklememeye cüret etsem ? Yok olmuyor, hep düşündüm olmadı da … Mecbur icra edeceğiz beklemek sanatı’nı.
“Beklenmedik bir şey oldu” ifadesi ne kadarda yaygındır dillerde. Beklemek sanki çok güzel bir şeymiş gibi genelde kötü şeyler için kullanılır falan. Şimdi siz söyleyin “beklenen bir ölüm” mü sizi daha çok derinden etkiler “beklenmedik bir ölüm” mü ?
Peki fazla abarttım, ölümü bir yana bırakalım şu anda hayatınızda “mutluluk ve güzellik” ile andığınız şeylerin kaçı “beklerken” kaçı “beklenmedik bir anda” başınıza geldi?
Canınıza kastetmiyorum merak etmeyin ama aşk’ı ele alalım konu beklemek’ten açılmışken ! Bir yazar* diyor ki: ” Ne hoyrat ne ağır bedeldir beklemek, yine de bekle beni aşkı utandırmamak için, bekle, gelmesem de. ” Bu yazıyı okuyanların içinde “gelmeyecek olanı” beklememiş biri var mıdır? Haydi boşverin gelmeyecekleri, geleceğinden emin olduklarınızı beklemek hoşunuza gider mi?
Şimdi; ölüm ve aşk’ı sentezleyelim eski sevgililerden kalma bir Oruç Aruoba esintisiyle:
” Sana aldırmaz; öyle hemen de çıkıp gelmez sana, sen onu ne denli bekliyor olsan da.
Senin beklemen: bir boşunalık duygusudur yalnızca; gerçekler içinde hayallerin; olup bitenler içinde olamayacakların düşlenmesi, boyuna ve boşuna bir düşüş, oysa o gelişmektedir. Sana doğru. Sen hiç bilmeden beklerken bilmeden.
Senin beklediğindir o; ama sen bilmiyorsundur. Gelmeyeceğini sanarsın. Yıllar geçtikçe hiç gelmeyeceğini bildiğini sanarsın. Yıllar geçer emin olduğunu da sanarsın, artık hiç gelmeyeceğinden.
Senin beklemen: hüzünlü ama dingin bir umutsuzluktur; bir an önce bitirip gitme isteği çökmüştür üzerine. Hatta bitiremeyeceğini de bildiğin birçok şeye aldırmazca ve umarsızlıkla girişip , hepsini yarım bırakıp gitmek, bir ayartı kadar keskindir artık.
Yaşamının anlamı bulunamamıştır, bulunamayacaktır, o gelmeyecektir. Ya; sonuçsuz bir son olarak, ölüm gelebilir artık işte … ”
Kafa(n/m)ız karma karışık değil mi? Ömrümüz beklemek ile geçiyor evet. Peki bu iyi mi kötü mü? Bilmiyoru(m/z).
En nihayetinde son bulacak bir ömür, neleri beklemeye değer diye düşünüyor insan. Tuvalet kuyruğundaki bir bekleyişten söz etmiyorum, ki onlar bana sorarsanız olağan süreç’ler.
Voltaire birşeyler söylüyor zamanın derinliklerinden
” İnsan beklemeyi, umumiyetle, artık bekleyecek birşeyi kalmadığı zaman öğrenir. ”
Ne zaman “bekleyecek bir şeyimiz” olmayacak diye soruyor insan ister istemez.
Daha öğrenecek çok şeyimiz var.
Yazıyı bitirirken radyoda Nelly Furtado tümden renk katıyor bu kaotik satırlara:
” Day and night, day and night
You blow my mind, blow my mind
And I can’t help, help myself from falling
So I’m waiting for the night ”
*İmlada kastedilen Adem Özbay’dır.