Bilgi Çağının Kanaat Önderi
Bilgi çağının kanaat önderi şu olgu üzerinde iyi çalışmalı: Savunduğunuz çözümlere sıkı sıkıya sarılmayın. Her gün sorunun da önerdiğiniz çözümün de hala geçerli olup olmadığını kontrol edin. Değişim söz konusu ise çözüm önerilerinizi de değiştirin.
Malum “davulun sesi uzaktan hoş gelir”. Bu tümce aslında tersini de doğrular nitelikte. Yani “yakından ise hoş gelmez”. Yüzyıllardır süregelen bilim ile din arasındaki gerilim belki de idrak etmeye çalıştığımız “bilgi çağı”nda kabuk değiştirmekte.
Bilgi çağından önce sıkıntı, olayları/olguları akıl ile mi inanç ile mi açıklayacağımız yönündeydi. Bunun bir nedeni de her ikisinin de temel ürünü olan (bilimsel veya dini) bilginin yaygın olarak kitleler tarafından erişilebilir durumda olmamasıydı.
Bilgi bilim/din adamlarını imtiyazlı hale getiren bir olguydu. Her ikisi de kendi paradigmasına uygun davranarak hareket eder(di). Doğru dedikleri bilgiyi, birisi akla diğeri ise inanca dayanarak savunur(du). İnsanlar da aslında kişisel formasyonuna, kültür ve bilgi birikimine, hayata bakış açısına, beklentileri vb göre bunlardan birisini doğru olarak kabul eder(di).
Bilgi çağında ne değişiyor? Bilim adamı da din adamı da yerli yerinde ve kendi paradigmalarından olayları yorumlamaya devam ediyorlar. Bilgi çağı temelde bilginin hacmini ve dolaşım hızını artırmakta. Bu da (arzu eden birey için) bilgiye bayatlamadan, eskimeden ve doğrudan erişim imkanını sunuyor.
Bu dönüşüm bir (grup) problemi ortadan kaldırıyor; onun yerine masaya yeni bir (grup) problem getiriyor. Ortadan kalkan problemler, örneğin inançla doğrudan ilgisi olmayan konulara inanç bakış açılı açıklama getirme zorunluluğu. Din kurumunun dünyadaki pek çok toplumda giderek etkisini yitirmesi biraz da bununla ilgili. Bireysel akıl geliştikçe hangi konu inançla ilgili hangisi değil kişi bunu daha net görebiliyor. Eğer ortada bireysel bir çıkar ilişkisi de yoksa sorunu daha sağlıklı irdelemek ve çözmek kolaylaşıyor.
Masaya gelen yeni problemler ise gerekli olan bireysel yeni beceriler. Örneğin birey bu taze ve hızlı akış halindeki bilgiye nasıl ulaşabilecek? Doğru olanı yanlış olandan nasıl ayırt edebilecek? Bellidir ki bundan öncesinde olduğu gibi burada da büyük bir çoğunluk bunu bir kaç kuşak süresince ve deneye yanıla öğrenecek. Örneğin devlet kurumlarının ülkemizde yaptığı anketlerde internet kullanmayanların büyük bir kısmının kullanmama nedeni “gerek duymuyor olması”.
Demek ki o yönde cevap verenlerin gündelik yaşamına bilgi toplumu ya çok az nüfuz edebilmiş ya da hiç edememiş. Bunun bir “atı alan Üsküdar’ı geçiyor” durumu olduğu ya lafla anlatıldıkça anlaşılacak ya da pratikte geride kalındığı idrak edildiğinde. Genelde toplumun büyük bir kısmı ikinci yolun yolcusu.
Bu analiz bizi aslında şöyle bir sonuca götürüyor: Mevcut problemleri çözeceğine inandığımız şeyler gün gelip hayata geçse bile sorun çözüme kavuşmuş olmayabilir. Çünkü pek yaygın bir kıssada da anlatıldığı üzere “ya deve ölür, ya deveci ölür ya da padişah ölür”. Yani zamanla mevcut koşullar sürekli değişim halindedir.
Bu değişimin getirdiği dinamizm, problemlere çözüm üretme (ama bunları toplumsal pratiğe geçirmede yetersiz kalma) durumunda olan bilgi çağının kanaat önderlerine aslında şu uyarıyı yapmaktadır: Savunduğunuz çözümlere sıkı sıkıya sarılmayın. Her gün sorunun da önerdiğiniz çözümün de hala geçerli olup olmadığını kontrol edin. Değişim söz konusu ise çözüm önerilerinizi de değiştirin.