Bilgi ve Fikir
Bilgi kelimesi Türkçe’de aslında tam doğru kullanılmıyor. Daha doğrusu bilgiyi “knowledge” kelimesinin karşılığı olarak kullanmakta bir sıkıntı yok ama Türkçe’de “information” kelimesinin karşılığı olarak da “bilgi” kelimesi kullanılıyor. Sıkıntı burada.
Peki enformasyon (ya da malumat) ile bilgi arasındaki farklılık konusunda neden bu hassasiyet? Öncelikle şu temel iki özelliği tespit etmek gerekir:
• Enformasyon herhangi bir ortamda saklanabilir (örn. kağıt, disk vb) bilgi ise bugün itibariyle sadece insan beyninde saklanabilmektedir
• Enformasyon objektiftir, bilgi kişiden kişiye değişebilir
Farklılığa işaret eden daha pek çok özellik sıralanabilir. “Bilgi Toplumu” denildiğinde kastedilen “enformasyon” iken, “Bilgi Ekonomisi” denildiğinde “knowledge”tir (yani “bilgi”dir) işaret edilen.
Bilgi toplumu enformasyonu üreten, bulan, onu işleyen, tüketen toplumdur. Bu süreçlerin sonucunda üreteceği “bilgi”ler ile toplumsal (ya da bireysel) yaşamına yön vermeyi amaçlar. Çünkü bilgi harekete geçirir; karar aldırır; devinim yaratır.
Enformasyonun temelinde veri vardır. Veriyi enformasyondan ayıran özellik ise kendi başına var olabilmesidir; enformasyon “kayıt edilmeye” gereksinim duyar.
Pratik bir örneği ele alalım: Bir gün boyunca TEM otoyolundaki trafik hareketleri veridir. Bu hareketler trafiği oluşturan ögeler tarafından meydana getirilmektedir ve kendi başlarına vardırlar. Bu veriler; zamanla (günün saatleri) ve mekanla (otoyolun çeşitli noktaları) irtibatlandırarak kayıt altına alındığında (kağıda, videoya, vb) veriler enformasyona dönüştürülmüş olur. Bu enformasyon birden çok günün verileri de resme dahil edilerek analize tabii tutulursa trafik yoğunluğuna yönelik olarak çeşitli sonuçlar ve bu sonuçlarla ilgili aksiyon önerileri üretilebilir. İşte üretilen bu sonuç ve öneriler “bilgi”dir.
Bilgi toplumu aslında etrafımıza dönüp baktığımızda çevremizde her an milyonlarca verinin akıp gitmekte olduğunu bize belletmeye çalışmaktadır. Eğer “bilgi toplumu”nda yaşıyorsak, bu akıp giden verinin mümkün olduğunca çoğunu “yakalayabilecek” doğal reflekslere sahip olmuşuz demektir. Ki yakalanan enformasyon bilgiye dönüştürülmediği sürece bile bir anlam ifade etmez.
Bilgi toplumundan önce de veriden enformasyon, enformasyondan da bilgi üretmek süreçleri vardı. Bunlar bilgi toplumu ile birlikte icat edilmedi. Ama yaşanan çağa bilgi çağı denmesinin temel nedeni
1) Birey/toplum akıp gitmekte olan verinin ne kadar çok olduğunu idrak edecek
2) Bu devasa verinin işlenip enformasyon; ondan da bilgi üretme sürecinin toplumun çok geniş bir kesimine yayılmasını sağlayacak
donanım, altyapı vb.nin üretilmiş olmasıdır (ki bunlara teknik olarak bilgi iletişim teknolojileri denir).
Bu altyapıların olmadığı dönemlerde veriyi enformasyona dönüştürmek bile bireyin ya da toplumun öne çıkmasını sağlamada yeterli idi. Bilgi çağında bilgi üretilmediği sürece enformasyonu yakalamak ya da saklamak kendi başına yeterli değildir.
Bu açıdan bakıldığında bilgi ile fikir arasında tül bir perde olduğunu görmek zor olmayacaktır. Sonuçta her ikisi de bireyin beyninde başlar ve biter. Ancak minicik fark, bireyin beynindeki o değerlendirme sürecine “dışarıdan” ne kadar çok veri ve enformasyonun girip girmediğidir.
“Bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir” derken Sokrates aslında işleyebileceği veri ve enformasyon hacminin sınırlı olacağına da işaret etmektedir. Ne kadar çok veri ve enformasyonu işleme tabi tutarak bilgi üretse bile dışarıda kalacak veri ve enformasyon her zaman olacaktır. O zaman da üretilmiş olan bilgi her zaman “eksik” kalacaktır.
Dışarıdan veri ya da enformasyona gereksinim duyma gerekliliğini doğal bir refleks haline getiremeyen birey ya da toplum seri bir şekilde bilgi üretebilir ama bunlar objektif veri ve enformasyondan bu kadar uzak kaldığından bilgi statüsünü kazanamaz ve “fikir” düzeyinde kalır.
İlginçtir bu modelde üretilecek fikirler birey/toplum için çok net ve kesin doğrudur. Tartışmaya gerek bile duyurmaz. Neden? Çünkü olası tüm veri ve enformasyon değerlendirilmiştir. “Cehalet mutluluktur” tabiri biraz da bu kökten beslenir.
Bireysel ya da toplumsal problemlerimizi çözecek veri ve enformasyon çevremizdedir. Eksiklik bizim bu kaynakların varlığını bilmememiz, bilsek bile bunları nasıl “yakalayacağımız” konusunda yeterli beceriye ya da donanıma sahip olmamamız; olsak bile bunları işleyecek imkanlardan yoksun kalmamızla ilgilidir.
Kuramsal olarak değerlendirdiğimizde olası tüm veri ve enformasyonu (mutlak anlamda) yakalayabilecek ve değerlendirebilecek imkanlara sahip olduğumuzda da sanırım kamil insan olmuş ve o tek “hakikat”e ulaşmış oluruz.