felsefe taşı

Bio-müzikoloji

Bio-müzikoloji
Haziran 25
13:19 2018

Bio-müzikoloji insan müziği ile hayvan sesleri arasındaki benzerlikler üzerine yoğunlaşan bir bilim dalı.

Her iki tarafın benzer yapıları, kalıpları ve ritimleri var. Ancak bunlar da kendi içlerinde doğada farklılıklar gösterebilir.

Örneğin yağmurun vurduğu ağaç veya taşların çıkarttığı doğal ritimler gibi.

Bazı müzik tarihçileri ve estetikçiler müziğin esasen bir “mimesis”, yani doğadaki seslerin anlamlı taklidi olduğunu düşündüler.

İnsanoğlu doğadaki sesleri işitme yoluyla dizem duygusunu geliştirmiştir.

Yağmurun sesi, rüzgar ya da fırtına, bir gölün ya da denizin kıyısına vuran dalgaların sesi, bir ırmağın akışından doğan ses, hayvanların çıkardıkları sesler, özellikle kuşların ötüşü bu doğal seslerin bellibaşlılarıdır.

Daha sonra insanın kendisi dizem yaratma sevdasına düşerek, yere ya da cisimlere vurmaya başlayarak kendisi dizem meydana getirmiştir. Vurmalı çalgıların başlangıcı budur.

Doğanın ses malzemesi insanoğlunun imgelemine, düş gücüne seslenip, yeni yaratılar için ona esin kaynağı olmuştur kesinlikle. İnsanın aklı, hayal gücü, ağzı-dili, istenci (iradesi), ciğerleri vardır. Nasıl kendi kendine konuştuysa yine aynı biçimde kendi kendine müziksel anlatılarını da bulmuştur.

Ayrıca müziksel anlatı tekniğinin konuşma tekniğinden daha basit, sade olduğuna bakılırsa, müziğin konuşmadan çok daha önce oluştuğunu düşünüp vurgulayanlar haklı olabilir.

Müzik “dil” den, hayvan sesleri, özellikle müziksel özellik taşıyan kuş seslerini taklitten, insanların birbiriyle kurduğu duygusal ilişkilerden kaynaklanmış ya da esinlenerek doğmuş olabilir.

(Yunan mitolojisinde Musagetes tanrısı müzik ile dans eden tanrı olarak anılır. Zamanında müzik tanrısına inanıp, dans eşliğinde şarkı söyleyenlere muz adı verilmiştir.Muz halkının Musagetese inanmasından sonra zamanla muz halkının yaptığı eylem muzik biçiminini almıştır)

Dolayısıyla insan gerekirse kuş şakımasını, gerekirse dalgaların gürültüsünü, gerekirse, bir arslan tarafından avlanan bir hayvanın yaygarasını taklit eder. Bu “taklit” hali bazı kuşlarda, papağanlarda ve kargalarda bulunuyor ve insanların tuhaf bir hayranlığını uyandırmaktan geri kalmıyor.

Taklit zor bir mefhumdur ve Gabriel Tarde’ın gösterdiği gibi insan uygarlığının temelinde yatan güçlerden birisidir.

Bir şamanın bir tedavi ayini sırasında çıkardığı seslerin belli bir biyolojik-psikolojik karakteri vardır.

Bu “taklit ettiğini” sandığımız hayvanlarda da bulunur. Ama bu “karakter” mesela bir yakarış, öfke ifadesi, bir reddediş ya da sevinç duygusuna tekabül ediyordur. Ama sorun bu karaktere mutlaka salt insana özgü olan bir form kazandırma zorunluluğudur.

Bir kuşun ötüşü tarih boyunca pekçok müziği ziyaret etmiştir –Şamanın şarkısı, Çingene kemanı, Olivier Messiaen’in orman kuşları üstüne müzikal denemesi…

Diyebiliriz ki insan müzikle doğadan, yani “dışarısından” çok kendi kendini taklit etmektedir. Yaşamının, çalışmasının, emeğinin, küfredişinin, öfkesinin, cinsel hayatının taklidini yapmaktadır…

Doğanın müzikal davranış çerçevesinde taklit edilmesi hem çok zor hem de çok geç olmuştur –ve bunu başarabilmek için belki en modern müzik anlayışlarını, Boulez’i Messiaen’i beklemek gerekmiştir.

Genellikle müzik bir dansın parçası, belki de bir uzantısıdır. Şamanın giysilerine, vücuduna taktığı incik boncuğun gürültüleri en az hançeresinden çıkan yarı anlamlı sesler kadar önemlidir.

Hatta dosdoğru müziğin aslında dans sırasında çıkan sesler olduğunu, müziğin esas kaynağının vücudun hareketleri olduğunu bile belki de söyleyebiliriz.

Müziğin insan vücudunun bir ses çıkarma faaliyeti olduğu ve uzantılarını enstrümanlarda bulduğu da anlaşılıyor…

Müzisyenler insanın DNA paternlerini notaya uyarladıklarında Barok dönemine ait bir müzik ile karşılaştılar.

Genel olarak duruma bakıldığında müziğin evrenselliği aşikâr ve sınırları aşacak boyutta cazip bir unsur.

Müzik konusundaki ilgi her canlı varlık ile değişkenlik göstermektedir, özellikle işin içine kültür girdiğinde.

Örneğin Antik Yunanlılar cıcır ve benzer böceklerin sesini (müziğini) tercih ederken İngilizler özellikle ötücü kuşları tercih etmiştir.

Antik Yunanlılar için ağustos, cırcır böcekleri ve çekirge genellikle görülmeyen ancak sadece sesleri ile tanınan haşerelerdi. Böceklerin vücutlarındaki belli bölgeleri birbirine sürtmeleri sonucunda çıkarttıkları bu sesler özellikle açık alanlarda yüksek sesle duyulup her zaman hayret oluşturmuştur. Bu sesler ağırlıkta erkek cinsinin çiftleşmek için çıkarttığı flört ritimleri olarak bilinir. Bu sesler ağırlıkta senkronize bir formatta doğa ile bütünleşir.

Modern çağdan önce, doğanın sesi (müziği), gece ve gündüz her yerdeydi. O dönem yapılan inşaatlar bile bu güzel sesleri dışarıda tutamazdı.

Kuşların sesleri özellikle dinlenirdi zira bu sesler sayesinde günün belirli saatleri işaretlenirdi.

Örneğin guguk kuşu ilkbahar kuşu olarak bilinir, tarlakuşu ise erken saatlerin habercisidir ve bülbül ise gecenin kuşudur.

Böylece kuşlar hem elverişli birer araç hem de şiirsel unsur oldu.

Saat belirleme konusunda kuşlar o kadar önemli bir konuma geldiler ki ilk üretilen mekanik saatlerde guguk kuşu saati deklere eden kuş olarak kullanıldı. Batı edebiyatında ise guguk kuşu erkek olarak lanse edilirken, bülbül her zaman dişi olarak gösterildi. Guguk kuşu genellikle mutsuz olarak bilinir. Belki de bundan dolayı bülbülün müziği her zaman guguk kuşuna kıyasla daha bereketli ve mutlu olarak kabul edilir.

Nefes alış verişimiz, kalp atış hızımız, beyin dalgalarımız, duyduğumuz sesler ve müzikler tarafından uyarılırlar.

Duyduğumuz her ses ve melodi gerek bilinçaltımızda gerekse fizyolojik olarak üzerimizde değişiklikler yapabilecek güce sahiptirler.

Schopenhauer diyor ki, doğurmanın sesidir, ağlayışın sesidir, sevincin sesidir müzik… Başka bir deyişle müzik ağlar –bir çocuk ya da erişkin biri olarak, bir anne bir sevgili olarak… vesaire… Ya da güler –yine bir çocuğun, annenin, celladın ya da herhangi bir başka kişiliğin gülüşü olarak…

Yani müzik kişileştirmez, başından sonuna dek somuttur, herhangi bir şekilde gülüp ağlamaz, öfkelenmez: illa ki şu ya da bu gülüştür, ağlayıştır…

————————————————————

Demek ki her müzik bir tekilliktir. Duygulara öykünmez, onları dosdoğru yaşar, hissettirir, yaşatır, insanın ruhsal durumunu etkileyen en etkili sestir…

Doğa sesleri de bu vazifeyi görür.

Kuş sesleri, mesela, çoğu kimse için güven veren bir ses türüdür.

Bunun bir sebebi var; yüz binlerce yıl boyunca şunu öğrendik ki kuşlar

ötüyorsa, her şey güvendedir.

Asıl kuşlar sustukları zaman endişelenmen gerekir.

1.966 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • Bir Rüya YorumuBir Rüya Yorumu Uyku yine yanına uğramadı, yataktan kaldı ve biraz viski doldurdu. Mutfaktan buz, soda, bir avuç tuzlu fıstık alarak camın önündeki koltuğa oturdu. Büyük bir yudum aldı gece yarısı […]
  • İhtiyarlara Yer Yok!İhtiyarlara Yer Yok! İnternetin yararlı olduğunu da unutmamalı. Ondan sadece eğlence amacıyla istifade edenler için zor olsa da. Doğrusu internetin yararlı bir araç olduğunun giderek unutulması düşündürücü. […]
  • Kolunda çiçek aşısı izi olanlara…Kolunda çiçek aşısı izi olanlara… Kolunda çiçek aşısı izi olanlara... Geldiğimiz günlere bakıyorum, bir de bugüne. Saygının yerini saygısızlık, terbiyenin yerini terbiyesizlik, efendiliğin yerini hödüklük almış durumda. […]
  • SüreklilikSüreklilik “Evrende her şey, birbirinin devamı olarak süreklilik arz etmektedir” diyen Bohm’a göre Bilinç ve Madde, içsel bir uyum içerisinde hareket eden evrende tek bir gerçekliğin iki ayrı […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Kasım 2024
P S Ç P C C P
« Eyl    
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  

Arşivler