Bir gün bir Fransız ve bir Türk…
Fransız bir arkadaşımla Anadolu’nun bir köyünde düğüne davet edildik.
Düğün, dernek işlerinden pek haz etmem ama bizim Charles tutturdu, “Türk gelenekleriyle tanışmak istiyorum, gidelim”.
Dedim, “oğlum kaşınma.”
Dedi, “geleneksel Anadolu düğünü”.
Akşam olunca, muhtar bizi otelden aldı.
Düğün evinin kapısında iki davul, iki zurna. Bir kaç delikanlı, kendi hallerinde halay çekiyorlar.
Manzarayı görünce, bizimkinin içi eridi, daldı halaya.
Tam işi kapmıştı ki, halay başı delikanlı tabancayı çıkartıp, başladı saydırmaya.
Dan dan dan dann…
Charles’ın ödü koptu.
“Oh, Mon Dieu!”
Sana hoşgeldin dedi, korkma tabanca çakma.
“Çakma mı? O ne demek?”
Sahte yani.
“Ee, mermiler?”
Onlar da çakma, sadece ses çıkartıyorlar.
…
Içeri girdik, düğün başladı, bir elektro klavye geldi sahneye, adam hem çalıyor, hem söylüyor “düriyemin güğümleriii kalaylı yaaar kalaylııı..”
Biraz sonra, şarkıcı kalktı bir yere gitti, adam gitti ama düriye hala orada.
Charles şaştı bu işe, adam yok, şarkı devam?
Dedim, o alet otomatik, şarkıcı çakma.
“Oh Mon Dieu!”
…
Muhtar, elinde ağzı açılmış iki kutu kola ile geldi, bir taraftan da göz kırpıyor.
Charles “ben içmem kola” diyecek oldu, dedim “o kola değil votka, iç yavaş yavaş”
Şaşırdı, diğer masalardaki kolalara baktı.
Güldüm, “onlar da çakma”
Baktı öyle, Fransız Fransız.
Takı seremonisi başladı derken, bir altın bir altın, öyle böyle değil, kızcağızın boynu kopacak…
Deste deste dolarlar, damadın yakasından, paçasından sarkıyor.
Charles şaştı bu işe, sürekli fotoğraf çekiyor, her takılanla yerinden sıçrıyor, “oh Mon Dieu, bu bir servet, bu bir servet, şuna bak!”.
Dedim, lan oğlum çarls, telaş etme, çakma bunlar, altın değil.
“Nasıl yani?”
Hepsi Hint malı, özel yapılır bizim için, sahte yani. Hatta, bazen düğünden önce gelin kendi alıp dağıtır eşe dosta, düğünde gelip kendine taksınlar diye.
“Ya paralar?”
Onlar toptan çakma.
“Dolarlar da mı? Nasıl olur?”
Bak, seyret dedim. Muhtarın yeğeninden bir sigara istedim, “yeşille yak şunu”, bir kaç yüz dolar çıkartıp tutuşturdu.
…
Charles ikinci kutu kolayı bitirdiğinde uyum problemi kalmamıştı.
Baktım çakma dolarları yerden topluyor.
Ne olacak bunlar?
Gelinin başından dökecekmiş.
Olmaz ayıp, o para verilmiş bir defa, yeni banknot aç
“Ama bunlar zaten çakma?”
Olsun, çakma makma ama adabı var bu işin, geleneği bozma, gerçek -miş gibi olacak herşey.
“Kaç yıldır çıkıyorlarmış?”
Kim?
“Kim olacak, gelinle damat.”
Bu gün tanıştılar, yarın da çıkarlar.
“Nasıl?”
Görücü usulü deriz biz, aileler ayarlar bu işleri, gençlere düşen boyun eğmek.
“Mutluluk?”
Onlar mutlu olmanın yolunu bulurlar, dert etme sen.
“Desene, mutluluk da çakma!”
Ooo, çaktın durumu bakıyorum çarliii?
“Sevgi de çakma!”
Şşşşşt…!
Kolalar içildikçe millet coştu, tabancalar, tüfekler…. Ortalık savaş alanı.
Bizimki de ateş etmek istedi.
Dedim, bu silahların bir bölümü gerçek.
Dedi, hani çakmaydı?
Dedim, kurcalama.
Dedi, “Ama biri vurulabilir”
Dedim, vurulan olur, ama sonra unutulur.
Dedi, “Sahi nasıl da unuttum, sizde hayat da çakma”.
…
Ertesi gün Charles’ı görmedim, erkenden gitmiş, bana da bir not bırakmış “gece bir rüya gördüm, sen de vardın, anlatırım sonra”.