Bir Gurunun Gizli Mesajı: “Çünkü Babam Alkolikti…”
Vaktiyle bir hikaye dinlemiştim. Bir gazeteci büyük bir şirketin CEO’su ile röportaj yapmaktadır. CEO çok başarılı, akıllı, zengin bir iş adamıdır. Röportaj sırasında kendisinin bir erkek kardeşi olduğunu öğrenirler ve onunla da görüşmek isterler. Kardeşi CEO’nun tam aksine, dağınık, pek başarılı sayılamayacak, alkol bağımlısı bir karakterdir. Şaşıran gazeteci her ikisine de aynı soruyu sorar “Neden böyle oldu?”. Aldığı cevaplar ise, aslında yaşamda başarılı olmanın sırrının kişinin bakış açısında saklı olduğunu son derece güzel ortaya koyar.
“Ben başarısız oldum çünkü babam alkolikti” diye cevap verir erkek kardeş. Ve CEO yanıtlar:
“Ben başarılı olmak zorundaydım çünkü babam alkolikti.”
—-
Bekledikleriniz… Sizi siz olmaktan alıkoyan yegane şeyler. Nasıl mı? Şöyle…
Sevdiğiniz insanın sizi aynı şekilde sevmesini, olmadı mı, o sevgiyi sizin istediğiniz şekilde göstermesiniz istiyorsunuz. Yoksa ne anlamı var ki, değil mi? Şimdi size “Hayır anlamı var” desem, bana bile kızarsınız belki… Ama var. Onun sevgisini nasıl hissettiğini nereden biliyorsunuz ki, sizin istediğiniz gibi göstermesini bekliyorsunuz mesela?
İstediğiniz saatte arayacak, telefonunuz hiç bozulmayacak, kimse sizi hiç bekletmeyecek, işte hiç sorun çıkmayacak, ilk aşık olduğunuz kişiyle evleneceksiniz, arkadaşlarınız siz istediğinizde yanınızda olacak, suratı asık kimse olmayacak, kimse size zıt gitmeyecek, “seni seviyorum” diyecek herkes, diyemiyor mu, gösterecek, sarılacak, anında cevap yazacak, araba hiç bozulmayacak, para hiç bitmeyecek… Liste uzar da gider…
Peki, hangimiz doğduğumuzda – yaşama bir ağlama mesafe uzaklıktayken- bunların hepsine sahiptik? Hiçbirimiz… Hepsini öğrendik. Tıpkı konuşmayı, gülmeyi, paylaşmayı, inanmayı öğrendiğimiz gibi…Evet, bunlar herkesin birbirinde dikkat etmesi, yapması gerekenler, ki kırmasın kimse bir diğerini… Peki ya bireysel gelişimimiz? Bizim öğrenmemiz gerekenler, bizim ruh hallerimiz? İşte esas mesele tüm bu değişkenlerin arasında var olabilmek, değer yargılarını yaşatabilmek, karşılaşmak istediğimiz, karşımıza çıkmasını istediğimiz insanlar olabilmek her şeyden önce…
Yaşam koçlarından beklediğiniz mucizelerin hepsi, aslında sizde saklı. Hayatla didişmeyi bırakıp, düşünerek yaşamaya başladığınızda, kendinizi tüm evrenin yalnızca ufak bir parçası olarak kabul edip, bu evrene ve en önce kendinize ne katabileceğinizi sorgulayarak yaşadığınızda, o büyük eşiği atlamış oluyorsunuz.
Öncelikle kendinizi başkalarıyla kıyaslamaktan vazgeçin. Sosyal medyada gördüğünüz parlak hayatların hepsinin ardında sizin kalbinizdekine benzer acılar saklı. Gülücüklerin de gözyaşları vardır. Sadece resimler kahkkaha atmaz ya da ağlamaz, sabit anları arşivlerler… Siz durağanlığa aldırmamayı öğrenin önce, hayat akıp giden bir şey… Hepimiz acı çekiyoruz, acıların akmasına, güzelliklerin kayda geçmesine karar verin beyninizde.
“Hayat işte…” diyebilmek, yenilgiyi kabul etmek anlamına gelmiyor. Bu cümle, kabul edebilmekle eş değer… Olanı, biteni, geleni, kalanı… Acıyı da mutluluk gibi kabul edebilmeyi içeriyor. Her şeyden önce kendini, hatalarını görerek kabul etmeyi içeriyor. Kendini kabul etmek derken, hatalarınla mutlu olmaktan bahsetmiyorum ama. Kimse sizi hatalarınızla kabul etmek, her şeye katlanmak zorunda değil. Hatalarınızı görmekten bahsediyorum. Hata yapabileceğinizi kabul etmekten ve o hatayı dönüştürmeye cesaret edebilmekten bahsediyorum. Size kabul etmesi zor bir sır vereyim; hata yapıyorsunuz. Ve bu normal. Normal olmayan, hatanızı kabul edip özür dileyememeniz. Hep karşıdan beklemeniz, beklentileriniz…
İkinci basamak, o tekamül etmesi gereken kişilik özelliğini davranış düzleminde dönüştürmeye karar verebilmek… Karar verebilmek diyorum, çünkü siz istemeden, karar vermeden hiçbir şey olmayacak. İşte, spiritüel danışmanlar, yaşam koçları ya da bize ne isim verirseniz verin, bizim gibi aracılar, yalnızca size yalnız olmadığınızı göstererek güç veren, başkasında kolaylıkla fark edip, kendinizde edemediğiniz şeyleri (ki hepimiz için bu geçerli) size düşündüren kullarız o kadar…
Başkalarından, yalnızca başkalarından, dışarıdan kaynaklı beklentileri minimalize edip, bir de dönüşmeye karar verecek cesareti gösterince, bir adım kalıyor geriye…
Üçüncü aşama, adım, seçimleriniz… Olaylar karşısında kızmayı mı, yoksa derin bir nefes alıp aslında her şeyin size bağlı olduğunu görerek ayağa kalkmayı mı seçeceğiniz esas soru. Bu tıpkı, “ben başarılı olmak zorundaydım çünkü babam alkolikti” diyen CEO’muzun ulaştığı zirve gibi… Kayıp bir hayata karşılık, kazanılmış bir hayatı seçmek…
Kendinizi zorlamayın, belki de en çok kendinize karşı anlayışlı olmanız gerek. Değişimler kolay gerçekleşmiyor. Tırtılın kelebek olması için geçen zamanı, dünyada siz olabilmek için kendinize tanıyın önce. Herkes gittiğinde, size kalan tek şey sizsiniz. Kendinizle başbaşa kalmak, bu dünyada karşılaşacağınız ve sizi siz yapacak en gerçek şey belki de…
Hayatınızdan eksilenler acı verir bilirim, onu da kabul edin. Daha doğrusu, kabul etmek için kendinize zaman verin. Onların en büyük kaybı sizin en büyük kazancınız olabilir, bunu da akılda bulundurmak lazım. Hiçbirimiz bizim için emek vermek istemeyen insanlar görmek istemeyiz, bu incitir. İncinin. Çünkü size gerçekten kendisi kadar değer verenler, incittikleri yerleri tamir etmeyi de bilenlerdir. Onlar, en büyük kavgalara rağmen döner dolaşır sizi bulur zaten. Geri kalanları boşverin, yol verin, izin verin istediklere yöne gitsinler. Emin olun, hazmetmek kolay olmasa da, bir kez kabul edip o çıtayı atladığınızda, büyük bir iç huzuru merhaba diyor kapıdan. Hazmetmek kolay demiyorum, çünkü bunun sizi incitmesi son derece doğal, insan olan incinir zaten… Ama diyorum ki, bir kez yapınca devam etmesi kolay. Klişe değil, gerçek.
Tabi ince bir çizgimiz var burada, bunu da alışkanlık haline getirmemek. Anahtar basit, size yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkasına yapmayın. Vefa istiyorsanız, vefalı olun önce. Sabır istiyorsanız sabırlı, aşk istiyorsanız aşık. Dürüst olun dürüstlük beklerken. Siz bozulunca dünya daha güzel bir yer olmuyor. Üzerinizden sorumluluk ya da baskı atmakla, değer yargılarını korumak birbirine zıt düşen şeyler değiller. Birini yaparken hala diğerini koruyabilirsiniz.
Birşeyi yapmak için nedenleriniz, yapmamak için bahanelerinizden fazla olsun hep.
Başarılı olmak için nedenler bulun, başarısız olmak için bahaneler değil.
CEO’luğa giden yol da sizden geçer, alkolik bir yaşamın yenilgilerine de… Sözün özü, siz seçimlerinizi hırstan, öfkeden, daha fazladan yana değil, kendinizden, olduğunuz insandan, değer yargılarından, mutluluktan yana kullanın hep.
Hayat seçtiğiniz, verdiğiniz, ürettiğiniz, paylaştığınız ve geliştiğiniz kadar güzel. Bir de ufak ipucu, mutluluğun bir iç dengesi “state of mood” durumu –bir olma hali- var. O hale gelince, anlıyorsunuz. İlk kez, bahar bahar gibi oluyor. Yaz yaz gibi, kış da kış… Sonbahar yaprak dökümü yerine, mevsim geçişinin rüzgarları oluyor. Aşk aşk oluyor, sense olabildiğin en güzel sen. Bu olmak denen şey hiç bitmiyor zaten… Ölürken de yeni bir olma hali var, o nedenle doğarken ağlayarak başladığınız hayatı, ölürken gülümseyerek bitirebilmek için yaşayın. Hayattaki yegane mutluluk, aynı yerküreden aldığımız nefes parçalarının tadına varabilmek ve birlikte yaşadığımız şu hayatı gerçekten paylaşabilmek…
Kötülüğe kötülükle değil, iyilikle yanıt verin, bakın bakalım neler değişiyor… Kaç hayatı varlığınızla değiştirebildiğiniz kadardır yaşam. Ve bu, siz kendinize dürüst olabildiğinizde başlar. Çünkü her kişisel gelişim uzmanı, en önce kendi gizli mesajını keşfe çıkar ve kendi gurusu olur. Kendi gizli mesajınızı en kısa zamanda keşfetmeniz dileğiyle…