Bir Kadın, Üç Adam, Dört Kalp
Kadın hep vardı… Tıpkı adam gibi… Bilinen bir zamanın hiç beklenmedik bir anında ve en tahmin etmedikleri yerde, tabii ki en büyük imkansızlıkta karşılaştılar. Dünyanın kaotik düzeni gerçeği… Adam kadını daha henüz küçücükken çok sevdi. Kendinden kaçıp saklanacak ve kendinden kaçacak yer bulamadığı her an başkalarına kaçacak kadar çok… Aynaya bakmaya korktu adam, yansımasında kadını görecek diye… Kadın adamla küçük dünyanın sınırsız enlem boylamına sığmayacak kadar büyük bir aidiyetle büyüdü. En büyük korkuyu, en büyük gerçeği öğrenirken kadın, adamın hayatı hep devam etti. Kadın büyürken adamın bazen kalbi küçüldü, kadınınsa onuru büyüdü…
Sonra adam gitti. Kadın ağlamayı unuttu. Hayatın yeşilinde huzur bulup, mavisinde hayal kurmayı öğrendi. Sonra, bilinen bir zamanın başka bir yerinde, başka bir adam geldi. Kadına dost oldu. Gülmeyi, dokunmadan sevişmeyi, konuşmadan anlamayı, incitmeden değiştirmeyi öğretti kadına. Birlikte güneşi gördüler sabahın erken saatlerinde ve gecenin karanlığından yanyana ürkmeden geçip gittiler bir şehrin koyu asfaltından. Karşılıksız dost olabilmenin büyüsünde kayboldu kadın. İçilen bir kadeh şarabın, dinlenen bir müziğin cümlelerinde saklanan duyguların, birlikte paylaşılan anıların güzelliğinde geçtiler yaşamın sert köşelerinden, birlikte büyüdüler biraz daha… Kadın, adamın kalp yaralarını bulup değiştirmek isterken, kaybettiler birbirlerini hayatın keskin virajlarında ve insanların sessiz ama çok gürültü çıkartan tuzaklarında…
Kadın ağlamayı hatırladı giden gerçek bir dostun ve güven duygusunun ardından. Sevginin yalnızca tensel olmadığını, bir kalbe ait olduğunu öğretmişti adam kadına… Kadının kalbi büyürken, adamın dünyası küçüldü…
Sonra zaman geldi. Bir hasatdöneminden kalma tüm acıları toplayıp geleceğe attı kadını yeniden. Anka kuşuyla tanıştı kadın bu dönemeçte. Kendisini değil, kalbini küllerinden doğurdu. Çünkü kendisi, kalbiydi. Bir kalp atmaktan vazgeçtiğinde dünya duruyordu. Beyin ölümü yaşama veda etmek sayılmıyordu hala tıpta…
Sonra kadın durdu. Durdu… Durdu… Dünyayı dinlerken, en çok kendini dinledi aslında kadın. Bir acının yarattığı enkazdan, hiçbir depremin yıkamayacağı bir kale yarattı. Buzdan değil, sevgiden bir kale… Korkunun değil, ancak sevginin anahtar olabileceği bir kale…Gökkuşağının renklerini yeniden görmeye başladı kadın. Adam kadına, tek başına da güçlü olabilmeyi öğretmişti.
Sonra, üçüncü adam geldi. Hiç bilinmeyen bir zamanın, en beklenmeyen anında, en öngörülemeyen şekilde karşılaştılar kadınla. Birlikte güldüler, birlikte sinirlendiler….Birbirlerine ayna tuttuklarını bile fark etmeden, aynı dünyanın içinde benzer sınavlardan geçip yol aldılar. Birbirlerini kaybetmekten, tenlerin çekimini dostluklarının önüne koymaktan o kadar korktular ki, bir olamadılar hemen. Zaten birbirlerinin hayatlarında var olduklarını fark etmeleri çok zaman aldı ama olması gereken er ya da geç olurdu. Rölantiye aldıkları kalplerini yeniden hayatın fişine takmaları için her ikisinin de zamana ihtiyacı vardı belki de… Zaman “ben buradayım” dedi, dokundu adamın ve kadının kalbine…
Kadının ruhu adamın ruhuna el uzattı. Adam, kalp kırıklıklarının arasında debelenen kalbini değdirdi kadının kalbine… İki hayatın kaosunu birlikte düzlüğe çıkardılar fark etmeden…
Bunlar olurken, onlar dünyanın içinden geçip giden bir kadın, üç adam oldular… Şimdi diyeceksiniz ki, peki dördüncü kalp kim?
İşte o dördüncü kalp de, TANRI’nın kalbi. Hepimizin ait olduğu o en büyük gerçeğin, özümüzün kalp atışı ve bizi er ya da geç olmamız gereken yere, birleşmemiz gereken insana ve yaşamamız gerekene götüren, sessizce kalp atışımız olan Tanrı’nın kalbi… Er ya da geç dördüncü kalbin sizi ruh eşinizle birleştirmesi, kalbinizin her daim aşkla çarpması ve dünyayı güzelleştirmesi dileğiyle…
7 Mayıs… Güllerin açmaya başladığı, baharın geldiği bu mevsim. Kalbinizin en güzel rengiyle karşılaşın, dilerim o dördüncü kalp size de dokunsun bu bahar!