Bırakın Kendinizi Özgüven Denizinin Kollarına ve Sevişin Hayatla…
“Bazı insanların gözleri hapishanelerimiz, düşünceleriyse kafeslerimizdir..”
Virginia Woolf
Belki yetiştirilme tarzı, belki karakter, belki çekinceli şartlandırmalar, belki korkular.. Sebep ne olursa olsun izin veriyoruz aslında çevremiz tarafından denetlenmeye. Sınıflandırmalarla geçiyor hayatlar; günah, sevap, ayıp, şart, gerekli, gereksiz, vs… Hele bir de eğitim düzeyi düşükse ve kendini de geliştirmemiş birisiyse denetlendirilmesi ve şartlandırılması daha da kaçınılmazdır.. Özellikle de araç olarak araya bir de din mevhumu sokulur ve iş iyice çığrından çıkar..
Yazılarımı takip eden varsa deist olduğumu bilirler. Her gerçek dindara saygı duyarım, bana saygı gösterdikleri müddetçe. Fakat özgüveni eksik olup da çevrenin kural, kaide ve şartlandırmalarıyla yaşayanlara ve bunlara gerek dinsel gerekse diğer sebeplerle kulp takanlara aynı saygıyı duymam..
Özgüven…
Özgüven, kişinin kendi değeri hakkındaki subjektif değerlendirmesidir. Kendini olumlu ve olumsuz eleştirebilme yetisidir. Bu iki şekilde var olabilir kişide; güvenli veya kırılgan.. Kırılgan olanlara narsistlerde daha çok rastlanır. Güvenli olan da iki düzey de olabilir yüksek ya da alçakgönüllülükde olduğu gibi düşük düzeyde..
Özgüven bana göre çok önemli bir kişisel özelliktir. Kendimize biçtiğimiz “özdeğerimiz” oranında “özgüvenimiz” vardır. Sorunlarla başa çıkabilmemizi sağladığı gibi, hayatımızı kendi istek ve mutluluk şartlarımıza göre yaşamamızı da sağlar.. Güç ve enerji verir.Buna karşın, aşırı bir güven duygusu içinde davrandığımızda da; sınırlarımız olduğunu kabul etmek istemeyiz, yeteneklerimiz hakkında gerçekçi olmayan düşüncelere kapılırız.
Bizim izin vermemiz halinde bunu kuvvetlendirmek isteyen de, yıkmaya çalışanlar da olacaktır hayatımızda. Çevre çok önemli bir rol oynar bu izin verişlerde maalesef. Hele bizim gibi az gelişmiş toplumlarda! Zira çocuk yaşlarda kazanılması gereken özgüven, çoğunlukla ya aşırıya kaçırırlarak şımarıklığa dönüşür, ya da bir tabu haline getirilerek kısıtlanır, hatta tamamen yasaklanabilir bile.. Kişi bunun sonucunda ancak özgürlüğüne ve düşünce-algı erişkinliğine ulaşabildiğinde kazanabilir, ortaya çıkartabilir, geliştirebilir özgüvenini.
Özgüven kısıtlamasının bir sürü farklı sebebi vardır. Kişiyi denetleyebilme, kontrol altına alabilme, kıskançlık, gelenek ve görenekler bahanesi, cehalet bunların sadece bazılarıdır. Bizde en sık görülen kısıtlama ya ebeveynden gelir ya da eşten.. Buna adına öğretmen denip maalesef bu mesleği hakkıyla ve sevgiyle yapmayanlar, kompleks sahibi yetersiz patronlar, askeri bazı kimlikler de dahil olabilir.. Kendisine sevgili deyip de, komutan edasıyla aşk kölesi arayanlar da dail edilebilir, hatta örnekler oldukça çoğaltılabilir.. Zira bir insanı en güzel pasifize ederek yönetmenin yöntemidir özgüveni sarsmak hatta tamamen yok etmek. Eğer karakter yeterince güçlü değilse bu çok da kolaydır.. Eğer zaten güçlüyse bu sefer de damga yersiniz “asi” diye..
Araştırmacılar, birbirlerini tamamlayan iki çeşit özgüvenden bahsetmektedirler. Bunlardan birincisi iç, diğeri dış özgüvendir. İç özgüven, kendimizden memnun ve kendimizle barışık olduğumuza dair inancımız ve bu konuda hissettiklerimizdir. Dış özgüven ise dışarıya kendimizden emin olduğumuz şeklinde verdiğimiz görüntü ve davranışlardır. İç özgüven bir nebze de olsa güven altındadır, ama dış özgüven çevre tarafından sürekli olarak tehdit ve saldırı altındadır ülkemizde, üzülerek yazıyorum tüm bunları..
O denli alışmışızki kolayca yargılayıp hüküm giydirmeye.. Hatta sanki zevk veriyor çoğumuza bu denli egoistçe davranmak.. İsyanım belli değil mi?.. Neredeyse elli yaşıma merdiven dayayacağıma ama hala kurtulamadım bu en nefret ettiğim hareket tarzından. Yaş, deneyim, eğitim, aile durumu, görgü vs ..
Hiçbiri durdurmaya yaramıyor bu yargıçları..
“Zannetmeden önce öğren,
Yargılamadan önce anla,
Yaralamadan önce hisset,
Konuşmadan önce düşün..”
Hiç düşündünüz mü, acaba halk olarak ve ülke olarak kaybettiklerimiz, kazanamadıklarımız bu sebeptenmi diye?..
Hani daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim ya, artık “ben” olmayı bırakıp “biz” olmayı becermeliyiz yeniden diye.
Kişi önce gerçek “ben”i dürüstçe tanımalı. Özgüvenin ilk temel kuralı bence bu. Aynada gördüğümüz kişiyi en derin noktasına kadar tanımamız gerekiyor. Zor ama keyifli bir yolculuk bu. Ardından bu kişiyi her noktası ile, açık açık kabullenmeliyiz. Değişim gereken noktalar var ise, itiraf ile birlikte değişimi gerçekleştirmeliyiz ki özgüvenin temelleri ilk fırtınada yıkılacak gibi güçsüz olmasın. Zira “çevre” dediğimiz insan grubu pek bir sever fırtınalar koparmayı, hele bir de çürük çarıklığın kokusunu alırsa bayılır coşturmaya o fırtınaları.. Bir sonraki itiraf ise asla öğrenmenin bitmeyeceği, eğitimin hayat boyu süreceği gerçeğinin kabulü olacaktır. Bu gelişimi devamlı kılacaktır özgüvene sağlam taşlar koymaya yarayacak olan. Tüm bunlar kabullenildiğinde ve uygulamaya geçildiğinde ise göreceksiniz ki özgüveniniz çağlamaya başlayacak ama kesinlikle hazmedilerek ve yakışan şekilde.
İşte bu gerçekleştiğinde, kimsecikler sizi gözlerine hapsedemeyecek, kimse düşünceleriyle kafeslere kapatamayacak. Kesinlikle kabullenmeyeceksiniz ardından ve gerçek özgürlüğünüz, mutluluğunuz işte o an başlayacak.
Kimse için ödün vermeye değmiyor hayatta, kimse için kendinizi fedaya da.. Böyle yapanlar tam aksine değerlerinden daha da kaybediyorlar maalesef. Eğer değer görmek ve takdir edilmek, saygı ile karşılanmak ve gerçek sevgiye sahip olmayı istiyorsanız özgüveniniz tam olmalı, sağlam ayakta durmalı.. İşte bu anlaşıldığında tüm zincirler kırılır, kilitler açılır ve gerçekler yaşanır.. Bu yolda olmayanlar ise hiç bir zaman size uğramamıştır bile. O kişiler sadece kendi yarattıkları dünyalarında, size benzeyen ama siz olmayan, kendi şekillendirdiklerini zannettiklerinin yanında olmuşlardır. Onlar için ne büyük kayıp.. Sizi hiç tanıma şansları olmamış, ta baştan beridir.
Hepimizin en büyük ihtiyaç duyduğumuz kişi kendimiziz. En çok saygı ve sevgiyi duymamız gereken de. O zaman bunun için gerekli koşulları yaratması gerekenler de bizleriz. Ve en ufak bir haksız müdahaleye dahi izin vermemesi gereken de yine biziz. Şartları sağlaması ve devamlılığı oluşturması gereken de.. Ne duruyoruz öyleyse.. Uymayanları eğitelim, uyaralım, ya da değmiyorsa boşverip hayatımızdan silelim. Onların da eğitimleri bu ders olsun.
Hayat her şeyiyle çok güzel ve hepimiz bu güzelliği en keyifli haliyle yaşamayı hak ediyoruz. Ki yoldaki zorluklar da ancak bu inanç ile aşılabilir. Kimse için hayatınızı değiştirmeyin ya da ertelemeyin. Kimbilir belki erteleyeceğiniz kişiden daha kısadır yolunuz ve pişmanlığa vaktiniz kalmaz. Siz siz olun zamanı harcamayın.. Ne şartlandırmalarla, ne eleştirilerle, ne kafeslerle..
Sevgide kalın, sevgiyi yayın.. Her şeyin baş mimarı o… Saygı duyun sevgiye ve saygı duyurun insana sevgiyle…