Bizim Charles!
Bizim Charles geldi geçenlerde.
Bilen bilir, hani şu geçen yıl birlikte bir Anadolu düğününe gittiğimiz, “abi siz toptan çakmasınız” diyen Fransız delikanlı.
Samsun havaalanında oturduk, çay-kahve içip, uçak bekliyoruz.
Baktık mekânın bir duvarı ham halde (kaba beton ve paslı demirler), diğer duvar ahşap kaplı.
Koltukların bir bölümü deri, bir bölümü kumaş.
Önümüzde bir çam ağacı, noel için süslenmiş.
Hımmm…
Charles serserisi durur mu?
Sordu tabii, “bu duvar neden böyle ham kalmış?”
“Gel” dedim, gel birkaç kişi daha toplayıp, bir oyun oynayalım şuracıkta”.
“Ne oyunu?”
“Uzun eşşek”
Bizimki duvarda kalakaldı.
“Eşeği bırak, bu duvar neden böyle?”.
Ne sorduğunun farkındayız oğlum, eşekliğin alemi yok.
“Duvar işte, sıvasız duvar”.
Gitti yokladı, kocaman gözlerle bana baktı.
“Ham görünümlü duvar kaplaması, tahmin etmeliydim, çakma bu”.
Haydi, gel uzun eşek oynayacağız, garsonu ikna ettim, pilot da gelecek, biz zaten kadroluyuz”.
“Ham olanın sahtesini yapmışlar, vay beee!”
Eşekliğin alemi yok, yapmışlar işte, kurcalama, bak pilot geldi.
“Hem de plastik mi ne? Demirler de sahte”
Şaşkın şaşkın baktı yüzüme.
“Mukavva olmasın bu?”
Karşı duvardaki tahta da tahta değil zaten.
Koltuktaki deri de deri değil.
Masalar kaplama.
Çam ağacı zaten plastik.
Noel desen, o konuya hiç girmeyelim…
Geldi, bana dokundu, “sen nesin?”
“Hiç birimiz gerçek değiliz” dedim, tek gerçek uzun eşşek.
Kalakaldı oğlan.
“Vay canına oyuna bak, sayenizde Kant’ın ne demek istediğini anladım”.
Ne demiş Kant?
“Bizler sırlarla dolu bir evrende bir rüyanın rüyasını görmekteyiz. Gerçekte bildiğimiz hiçbir şey yoktur. Bildiğimizi sandığımız şey sadece olaylardır. O olaylar ki, bilmediğimiz bir nesneyle asla bilemeyeceğimiz bir öznenin birbirlerine olan ilgisinden doğmuştur.”
“Felsefe yapmış adam, bunca lafa ne hacet. Oyundan başka bir şey yok ortada; biri altta, diğeri üstte, uzun eşek dedik ya!
Düşüncenin izdüşümleri işte, ötesini karıştırma”.