Bizler “Tabula Rasa” Değiliz!
Bizler Doğuştan bir BOŞ LEVHA ‘Tabula rasa’ değiliz!..
Bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanılabileceğini öne süren DENEYCİLİK(empirizm) anlayışına göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur ve teorik bir önerme olarak boş bir levha (tabula rasa) gibidir.Bugün modern bilimin reddettiği bu iddia Psikiyatr CARL JUNG tarafından da kabul görmez.
Dolayısı ile ‘Tabula rasa’ metaforu da insanların evrimini daha çok biyolojik doğalarının ve beslenmelerinin bir kombinasyonu olarak görmeye başladıkları Epigenetik Bilimi ve Carl Jung gibi psikologların KOLEKTİF BİLİNÇDIŞI fikrini düşünmeye başlayana kadar benimsenebildi ancak …
“Sınıf, ırk veya toplumsal cinsiyet temelli eşitsizlikler,
genetik kalıtımın sonuçlarıdır”
savını ortaya atan
BİYOLOJİK DETERMİNİZM ise
Tabula rasa inancının
tam tersini söyler.
Ama ben sadece
bu biyolojik determinizmden bahsetmeyeceğim.
Çünkü biliyoruz ki
ÇEVRE de etkili
ve özellikle Epigenetik ile birlikte
“ETKİLEŞİMCİLİK”
adı altında
Genler ve Çevrenin karşılıklı etkileştiği
üçüncü bir durumun (ETKİLEŞİMCİLİK)
farkındayız artık…
Hülasa
Ne sadece Tabula rasa Metaforu ile
yani sadece Çevreci,
ne de sadece Genler etkilidir diyerek
yani Doğuştan determinist bir yaklaşım
göstermemek gerekiyor.
️Zira ‘Her şey birbirine bağlı’
ve bizler sadece bir açılma sürecini izliyoruz.
Zihinler her an etkileşime girdiği dünyayı
yeniden anlamlandırıyor.
Eflâtun burada ANAMNESİS kavramını kullanır.
Anamnesis,
“HATIRLAMA” veya “şuura çıkartma” anlamındadır.
Yani unuttuk
ve aslında
her şeyi biliyoruz 😉
öğrendiğimizi zannettiklerimiz de
sadece hatırladıklarımız…
Jung’un
Kolektif Bilinçdışı kavramı da
bunun bir ifadesi…
Bilinçdışındaki ARKETİPLER
bu hatırlama süreci içinde
kilidi açılarak
aktifleşir,
psişik olarak
enerjimizi kanalize ederler.
MİTLERde, RÜYALARda ve EFSANELERde
benzerlerini gördüğümüz biçimde…
Atalarımızdan aldığımız genler
sonraki deneyimlerle ayarlanabiliyor.
Hatta antik insanlar
bunlara
Doğa ruhları, Tanrı , Tanrıça
gibi isimler verdiler
ve bu durum
bugün de devam etmekte…
Ve bu arketipleri
NİYETimiz
ve DAVRANIŞlarımızla
ortaya çıkarıncaya kadar
fark etmiyoruz.
Fark ettiğimizde ise
sadece PSİŞİK değil
aynı zamanda
MADDESEL bir dönüşüme yol açarlar
(Burada DÜŞÜNCEnin önemini belirten
İDEALİZM
anlayışı devreye giriyor)
İnsan genetiğinde görülen
travma, fobi yada depresyon gibi
nöropsikolojik sorunların
KALITSAL HAFIZA ile geçebileceğine dair
araştırma ve sonuçlar
gün geçtikçe artıyor.
Yani
“BİYOLOJİK KALITIM”la birlikte
bir de
“MEM” adı verilen
kültürel iletim birimleri / kültürel genler ile
gerçekleşen
“PSİKOLOJİK KALITIM” dan
söz etmek gerekiyor.
Ve 17. yüzyılda
Tabula rasa olduğumuzu
iddia eden Locke
yanılmıştır….
( Boş olduğumuzu söylerken
boş konuşmuş bir nevi )
Sessiz ve susturulmuş genlerimiz
yaşadıklarımıza bağlı olarak
çeşitli zamanlarda açılımını gerçekleştirerek
farklı olmamıza sebep oluyor görünmektedir.
——————
Umut ediyorum ki
Genler, Memler
ve bunların fraktal etkilerinin
tam olarak
anlamlandırılabilmesini de
belki bir gün
sağlayabileceğiz.
———————————–
Freud,
bir çocuğun “tabula rasa” olarak doğduğunu
ve karakterin doğumdan itibaren oluşmaya başladığını varsayarken
Jung, aksine,
Psikolojik Tipler kitabında şöyle diyor :
“Bireysel eğilim
zaten çocuklukta bir faktör; doğuştan gelir”
Hermetik, Gnostik, Yeni Eflatuncu
kadim bilgeliğe önem vermiş,
Kabala ve simya ile ilgilenmiş olan
Jung ,
Tabula rasa fikrini hastalıklı bulmuş
ve
insanın bir Tabula rasa olmadığını söylemiştir.
Tüm astroloji teorisi de bu prensibe dayanmaktadır.
————
Bir Jung psikoterapisti ve astrolog olan
Liz Greene ,
Astrolojinin
bu doğal tohumun doğasını keşfetmeye
yardımcı olabileceğine inanıyor.
O ve diğer Jungian astrologlara göre ;
Tabula rasa (boş sayfalar) olarak doğmadık,
Astrolojik Arketiplerimizle
yani önceden belirlenmiş
bir arketipik ihtiyaç setiyle doğduk
(Astrologlar
çevremiz tarafından yazılmaya hazır
boş bir sayfa olmadığımızı kabul ediyorlardı
Dış dünyadan herhangi bir etki başarılı olmadan önce
belirli özelliklere sahibiz.
Burcumuz kişiliğimizi etkiler
ve hayatı nasıl gördüğümüzü etkiler,
ancak uyum sağlama ve evrimleşme yeteneğine sahibiz)
Özellikle Vedik Astroloji açısından
bizler bir tabula rasa olarak doğmadık
Bu durumla ilgili olarak
vedik Astrolojide
jātaka veya doğum astrolojisinde
Doğum şeması,
yeni somutlaşmış bilincin ortaya çıkmasını sağlayan
geçmiş karmik modellerini yansıtan,
doğum sırasındaki
gezegenlerin konfigürasyonunu gösteren
sembolik bir haritadır.
ve doğum astrolojisi,
günümüz yaşamımızı
önceki enkarnasyonlarla bağlayan
karmik yapıyı çözmenin
anahtarı olarak geçer.
————-
“Anımsama”
zaten
İnisiyatik özellik taşımaktadır.
Aydınlanma olarak da ifade edilen
Uykudan uyanmak ve cehaletten kurtulmak
bir hatırlama durumu olarak görülür.
Aristo, Eleusis Gizemleri’nden bahsederken,
“Öğrenmek yerine Hissetmek” diyordu.
Kişi ,
inisiyasyonu ile
“iç” gerçekleşme” sini sağlarken
özünde saklı olanları eyleme dönüştürken
kendinde zaten gizli halde var olan
bir özü canlandırmaktadır.
Yani EZOTERİK İNİSİYASYONda da
bireyin,
belirli bir takım özellik ve eğilimlere
en baştan sahip olması gereklidir.
————-
SİMYA da
Astroloji gibi
Hermesci bir anlayışa sahiptir.
Bir dönüşüm sanatı olarak da
ifade edilen Simyada ;
“Simyagerler
kimyasal süreçlerde,
fiziki durum ve görünüşün
büyük ölçüde değiştiği durumlarda dahi, “
bir şeyin” muhafaza edildiğini kabul ederler.
Bu “bir şey” ya da “öz”
maddelerin bazı temel prensiplere sahip olduğu,
prensiplerin birçok dış görünüş altında
gizli halde bulunabileceği
ve bu prensiplerin uygun işlemler sonucu
ortaya çıkartılabileceği görüşü ile ilintilidir
Bu açıdan bakıldığında
Simyasal olarak da
Tabula rasa
olarak görülmediğimiz nettir.
“Mukaddime” adlı eserinde
akıllı devlet adamlarının
simyagerlerden ve astrologlardan,
mutlaka danışmaları gereken bilgeler
olarak söz eden ibn Haldun
bu bilgelerden
“bilinmeyene ulaşanlar”
olarak bahseder
ve onlara
“insan öz benliğindeki _bilinmeyeni_ ”
algılama yeteneği atfeder.
Yani özbenlik
bir tabula rasa olarak görülmemiştir.
Simya gibi Astroloji de
insanın alemi ve kendisini anlamasında
ve onunla bütünleşmesinde
bir anlayış ortaya koyan sembolik çalışmalardır.
———————–
Tüm bunların yanı sıra
Erginleyici ölüm ve diriliş deneyimi
içeren YOGA anlayışına
benzeyen
Simya gibi
ŞAMANİZM de
pratik aydınlanma sistemlerine dayanıyor
ve çeşitli prosedürleri içeren
Şamanik Simya
iç dönüşümlerini
kapsıyor
ve zaten çok net bilindiği gibi
Şamanlık
için de
bir genetik geçiş şartı
vardır.
———————–
Nitekim Tıp, dinler, bilim ve ezoterik konuları öncelikli olmak üzere
birçok konu hakkında yazılar yazmış
İngiliz yazar Sir Thomas Browne ,
şöyle demiştir:
“Aradığınız tüm harikalar
kendi içinizdedir.”