Chelsea Pera
Şu yaratıcı kıvılcım var ya, işte o dur kıskandığım ve kaybetmekten korktuğum. Aslında çok bilimsel ya da gerçek, doğru gibi şeyler değil aradığım.
Ben ilham perilerimi uyandıran beni hayallerle buluşturan yaratıcı mekanlar arıyorum. İnanıyorum ki varlar…
Chelsea Hotel… New York City’nin tarihi sanat sembollerin biri olarak ilk kez kapılarını 1886 yılında açtı. Amerikan kültürel mirasının mihenk taşlarından biri olarak birçok sanatçıyı ağırlamış ve ilham kaynağı olmuş. İçinde aşkı ve sanatı barındırarak New York’un çekim merkezi haline gelmiş, 60’lı yılların sembolü olmuştur.
New York’ta bohem dünyanın meraklıları için merkez üssü olan Chelsea Hotel (diğer isimleriyle Hotel Chelsea ya da yalnızca The Chelsea); Leonard Cohen, Jim Morrison, Andy Warhol, Bob Marley, Jack Kerouac ve Jason Pollack gibi birçok sanatçıya gerçek anlamda ev sahipliği yapmıştır. Ağırladığı isimler yalnızca bunlarla sınırlı kalmamakla birlikte, Mark Twain, Hean-Paul Sartre, Charles Bukowski, Jane Fonda, Arthur C. Clarke, Stanley Kubrick, Patti Smith, Alice Cooper, Pink Floyd, Madonna ve Uma Thurman da misafiri olan isimlerden bazılarıdır.
Chelsea Hotel, dünyaca isimleri ağırlamasının yanı sıra bu isimlerin yeni eserleri yaratmasına da ilham kaynağı olmuş, sanat sembolü bir alandır. Arthur C. Clarke, 2001: A Space Odessey’i bu otelde kaleme almıştır. Popart akımınının öncüsü Andy Warhol’un kamerası 1966 yılında Chelsea Hoteli’nin koridorlarında dolanmaya başlar ve otelde çekilmiş olan Chelsea Girls filmi ortaya çıkar. Warhol’un Paul Morrisey ile birlikte yönettiği bu filmde, Warhol’un süper star konumuna taşıdığı ve ilham perileri olarak adlandırdığı, dönemin New York’unun en popüler kadınları boşrelleri paylaşmaktaydı. Bir diğer önemli isim olan Shirley Clarke, o yılların ilk siyahi eşcinsel kabare sanatçılarından biri olan Jason Holliday’le dönemin New York’unda azınlık olmanın zorluklarını gözler önüne sermiştir. Yalnızca film ve kitaplarda yer almanın yanı sıra 1973 yılında, dönemin en çok izlenen Amerikan televizyon dizisi An American Family’nin de bir bölümü Chelsea Hotel’inde çekilmiştir. Dizinin bu bölümüyle birçok Amerikalı da Chelsea Hotel’i ile tanışmış olur.
Ve aşk tabi kii… Öncelikle Leonard Cohen, 1968 yılında Chelsea Hotel’in asansöründe Janis Joplin ile karşılaşır. Asansörün ağır ağır hareket etmesi aralarındaki sohbeti tetikler. Cohen, Janis Joplin’e “Birini mi arıyorsunuz?” diye sorar ve Joplin “Evet, Kris Kristofferson’u arıyorum.” diye yanıtlar. Cohen, Joplin’e “Şanslısınız, Kris Kristofferson benim!” der ancak, Janis Joplin karşısındakinin Kristofferson olmadığının farkındadır. Aslında Leonard Cohen de Bridgitte Bardot’yu aramaktadır. Ancak aralarında geçen bu sohbet, Chelsea Hotel’de Leonard Cohen’in Janis Joplin ile ilişkisine yol açar.1971 yılında, Joplin’in ölümünden kısa bir süre sonra, Miami’de bir bar taburesinde bir peçeteye sözleri yazar bu sözler Chelsea Hotel şarkısına aittir.
Tüm zamanların en rock’n’roll aşk öyküsü, bir gece yine Chelsea Hotel’in odalarından birinde son bulur. Sex Pistols ile ünlenen Sid Vicios’un sevgilisi Nancy Spungen’in bıçaklanarak öldürüldüğü iddia edilen oda, manşetlerde yerini alır. Bu acı olay1986’da Sid ve Nancy adlı sinema filmine ilham verir ve olayın yer aldığı sahneler bir sütdyo yerine direkt olarak otel odasında çekilir.
Milyonların hep bir ağızdan söyledikleri, Chelsea Hotel’inin konu olduğu şarkılar vardır. Leonard Cohen’in Chelsea Hotel #2 şarkısı günümüz sanatçıları tarafından da hala seslendirilmektedir. Lana Del Rey, Rufus Wainwright ve Phish bu benzersiz şarkıyı yorumlayan isimlerin yalnızca birkaçıdır.
Şarkılara, filmlere, dizilere, kitaplara konu olan bu yapı içinde sanatı, aşkı ve trajik olayları barındırmaktadır. Ünlü isimlerin kaldıkları odalara ait kapılar dahi açık attırmayla satışa çıkarılmıştır. Andy Warhol’un ağrılandığı odaya ait kapı 52 bin dolara alıcı bulurken, On the Road’u yazan Jack Kerouac’ın kaldığı odanın kapısı 30 bin, Madonna, Isabella Rossellini ve tüm zamanların en iyi gitaristi kabul edilen Jimi Hendrix’in kaldığı odanın kapısı ise 13 bin dolara alıcı buldu.
Dünyanın kabul ettiği bu kültürel mirasın muadilini uzaklarda aramayın, Pera Palace Hotel’ini örnek verebiliriz. Tarihsel dokusu, sahip olduğu geçmişi ve İstanbul’un en eski yapılarından olmasıyla kendi kültürümüzde önemli bir yere sahip. 1888 yılında Paris-İstanbul seferlerine başladığında İstanbul’da Orient Express yolcularının alışkın oldukları yüksek standartları sunabilecek bir otel olmaması nedeniyle, Avrupa yakasında Meşrutiyet Caddesi üzerinde mimar Alexandre Valleury tarafından 1895 yılında inşa edilerek bir ihtiyacı karşılamak amacıyla yapılmıştır. İstanbul’un en ihtişamlı yapılarından biri olarak açıldığında, birçok ilkleri barındıran Pera Palace, İstanbul’da Osmanlı sarayları dışında elektriğin verildiği, ilk elektrikli asansörün ve ilk akar sıcak suyun bulunduğu binaydı. Türkiye’nin Avrupa standartlarındaki ilk oteli olarak kuruluşundan itibaren çok önemil bir simge haline gelmiştir.
Tarihi otel, 1917 yılından itibaren pek çok kez Mustafa Kemal Atatürk’ü ağırlamış, kaldığı 101 numaralı oda doğumunun 100. yılı anısına şahsi eşyalarının sergilendiği bir müze oda haline getirilmiştir. Atatürk’ün yanı sıra Pera Palace’ta; İsmet İnönü, Kral VIII. Edward, Kraliçe II. Elizabeth, Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph, Şah Rıza Pehlevi, Yugoslavya Devlet Başkanı Tito, General Franz vonPapen, GretaGarbo, Sarah Bernhardt, AlfredHitchcock, Pierre Loti, Jacqueline Kennedy, Ernest Hemingway, gibi isimler de konuk edilmiştir.
Bu iki otel uzun yıllara şahitlik ettiler. Pera Palace ikibuçukyıllıkbiraradansonra 2010 yılında restorasyonunun tamamlanmasının ardından “müze-otel” işlevigörecekşekildehizmetegirdi. Hotel Chelsea nostaljikruhunukoruyarakşimditekraraçılıyor. Uzunbirsüresanatçılarailhamkaynağıolarakbirçokünlüismiağırlayantarihimekanyenidenilhamkaynağıolmayahazırlanıyor.
Kültürel miras, dünya toplumlarının hepsine ait bir unsur ve birleştirici bir olgudur. Amerika’daki Chelsea Hoteli ve İstanbul’daki Pera Palace Oteli birçok millettenüst düzey yetkiliyi ve sanatçıyı ağırlayarak, global kültüre hizmet etmişlerdir. Bugün dinlediğimiz Leonard Cohen ya da filmlerini izlediğimiz Alfred Hitchcock hepimizin ortak kültür öğesi olarak tarihte sanata ve duygulara ilham kaynağı oldular.
Ortaya çıkardıkları eserlerin arkasında bir hikaye olduğu düşünülerek, o ruhu anlamaya çalışarak izleyip dinlersek Chelsea Hoteli’nin ve Pera Palace’ın ruhunu yaşamak daha anlamlı, daha kıymetli olacaktır. Ortak miras olarak hem bu iki mekanın içselleştirilmesi hem de korunması yalnızca toplumların kendi kültürlerini korumanın ötesinde, insanlığa yapılmış bir hizmet olacaktır.
Geçmişten gelen bu değerleri yaşatmanın yanı sıra yenilerinin de yaratılması gerektiğine inanarak, yeni ilham kaynakları ve yeni sanatçılar yaratabilmenin umuduyla…