Çimenler
Çimenlerin ıslaklığı içime işlemişti ama bir türlü kalkmak istemiyordum. Yattığım yerden gökyüzü öyle net görünüyordu ki o maviliği doyasıya içime çekmeye çalışıyordum. Maviliğin bende yarattığı o özgürlük hissine açtım. Sessizliği dinliyordum, ağaçların rüzgarla ağır ağır selamlaşmaları içimi ürpertti. Bir an doğrulmak istedim ama parmaklarım nemli otlara değince gözlerimi kapatıp bir süre daha uzanmayı tercih ettim. Saati düşünmeden yetişmem gereken yerlerin olmadığını varsayarak orada o anda kalmak, anı o huzur dolu saniyelere kilitlemek ve sadece orada kalmak istiyordum. Gözlerimi telaşla açıp gökyüzüne baktım. Bulutlar yavaş yavaş süzülüyorlardı. Dün akşamki o korkunç fırtınadan eser yoktu gökyüzünde. Sadece ıslak çimenler….
Ellerimi yeniden çimenlerin üzerinde gezdirdim. O ıslaklığıniçimi ürpertmesine izin verdim. Nerede kim olduğumu düşünmeden bir kaç dakika daha orada kalmak için neler vermezdim ki. Kalkıp kalkmamak arasında yaşadığım kararsızlığın her geçen dakika kalkmak lehine işlediğini hissettiğimden olsa gerek huzursuzluğum daha da artıyordu. `Ah be` dedim içimden sabahtan beri sakinleşmeye ve düşünmemeye çalışıyorum ama değişen birşey olmuyor.
Avuçlarımı çimenlere bastırdım. Islak toprağa dokundum. Toprağın yağmur sonrası taze kokusunu içime çektim. Birkaç dakika, diye içimden geçirdim. Sadece bir kaç dakika…
Gözlerimi yattığım yerden ağaçlara çevirdim. Ağaçların gövdesi yosunsuydu. Yeşil, koyu yeşil, açık yeşil, zeytin yeşili, sarılı yeşil onlarca yeşil birbirine karışmışlardı. “Bende şu ulu ağaçlar gibi kök salmak istiyorum bir yere ama nereye”…
Üzüntülü bir şekilde uzandığım yerden doğruldum. Temiz havayı ciğerlerime çekerek bir an için gözlerimi kapadım. Birkaç dakika sonra koşturmaca başlayacaktı. Önce kızımı okuldan alacak ona kavga dövüş yemek yedirdikten sonra oğlumu almaya gidecektim. Onu da alıp önce alışveriş yapacak ardından eve gelip yemek hazırlayacak, iş görüşmelerimi toparlayacak, projeler üzerinde çalışacak ve gece olmasını bekleyecektim. Bu koşuşturmanın en özel anlarını ise kendisini tuvalete kapandığım anlar oluşturacaktı. Tabii bu da çocuklarımın isteğine bağlı olacaktı. Genelde benimle aynı anda ikisi de kapının önüne diziliyorlardı. Çocuklarımı düşününce üzüntülü bakışlarım yerini neşeye bıraktı. Gülümsemem içtendi. Içimin ısındığını hissettim. Ayağa kalktığımda ağaçları selamladım sevgiyle.
Yeşillerinize hayranım be ağaçlar, dedim, “aklımı yine başımdan aldınız.” Eve dönüş yolumu bu sefer biraz değiştirerek kanal kenarını tercih ettim. Ördeklerin umarsız üzeri yosun kaplı kanalda yüzüşlerine baktım. Ne garip şu dünyada en güzel varlıklar hep erkekler. Doğa aslında bayanların ne kadar önemli ve değerli olduğunu anlatıyor da biz pek bakmadığımız için anlayamıyoruz. Tüm canlıların en güzelleri erkekler. Dişilere kendilerini beğendirmek için en güzel olmak zorundalar doğanın kanunu bu. Peki neden hep aciz olan kadınlar oluyor?
“Orman yürüyüşününde düşündüğüm şeylere bak. Aciz kadınlar….Sen aciz misin peki?” diye sordum iç sesime.
Içimdeki bitmeyen tartışma başka bir açıdan yeniden başlamıştı. “Sen kimsin aciz misin?”
Derin bir iç çekip ormana daldım, kanal kenarından yürümek hiç de akıl karı değilmiş. Gene ucu bana dokunacak bir konu bulmuştum. Tekrar yolunu değiştirerek ağaçların arasında yürümeye başladım. Gözlerimle her ağacı tarıyordum. Geçenlerdeki büyük fırtınadan bir kaç ağaç yıkılmıştı. Onlardan bir kaç tane doğal bank yapmışlardı. Yaratıcılığın gerçekten sonu yok. O kadar güzel banklar hazırlamışlardı ki insanın yorgun olmasa bile içinden oturup ayaklarını uzatmak geliyordu. Biraz ilerideki boş alanda ise yeni yıkılan ağaçtan çocukların yürümesi icin bir yol yapmışlardı. Hatta şekil olarak gemiye benzediği için çocuklar ona korsan gemisi adını takmışlardı.
Ağaçların arası yavaş yavaş açılıyordu. Boş alanlar çoğaldıkca ormanın sonuna yani eve yaklaşıyordum. “Keşke çocukken boğaz manzaralı bir ev diye şiir yazsaydım orman kenarı yerine” diye geçirdim içinden. “O zaman burada yürüyemeyecektin ama bunu düşündün mü?”
“O da doğru, ama o zaman boğaz manzaralı evimin balkonundan aşık olduğum şehri seyredeceğim,” diye yanıtladım iç sesimi. “Ne istediğini gerçekten bilmiyorsun sen,” dedi bezgin bezgin iç sesi. “Yoruldum!” dedim kendi kendime iç sesimi bastırmak istercesine…
“Sıcak bir çay içeçek vakit kaldı mı acaba?”
Sabahtan beri saate bakmamak için çaba harcıyordum ama sıcak çay şimdi o kadar cazip geliyordu ki saate baktım. Daha yarım saatim vardı. Bir çay içme zamanı.