Dijital Çelişki
Türk toplumu liderlerine baskı yapacak güçte değil mi? Yoksa baskı yaptığı konular zamanın ruhuyla mı çelişiyor?
Eğer doğal afet iktidar partisinin yönetimindeki bir belediyenin sınırları içinde oluşmuşsa “mukadderat”, “fıtrat”. Yok eğer bir muhalefet partisinin yönetimindeki belediyenin sınırları içinde oluşmuşsa kinayeli ifadelerle eleştiri. Sarayları yapan iktidarsa “ülkemizin büyüklüğüne yakışır”, tarihi değeri olan bir tabloyu müzayededen satın alan bir muhalefet partisinin belediyesi ise “bu ne israf!”. Örnekler çoğaltılabilir. Şüphesiz başka ülkelerin gündelik yaşamını yakından izleme imkanı olsa, o ülkelerde de benzer çelişkilerin yaşandığını gözlemek zor olmazdı!
Bu çelişkili davranışlar temel bir soruyu gündeme getiriyor: Bilginin insan-toplum yaşamındaki yeri-değeri nedir? Her insan-toplum bilgi üretmeyi, bilgi sahibi olmayı hak ediyor mu? Netameli bir konu! Bu tür hak-hukuk sorularının teorik cevabı elbette olumludur. Hangi birey ya da toplum olduğundan bağımsız. Yeryüzündeki her bireyin her toplumun bilgi alma, bilgi üretme, bilgiden istifade etme hakkı vardır; olmalıdır! Ancak işin pratiğine de ucundan bir bakmakta fayda var.
Pratik uygulamada bilgi, bilgiye değer veren bireyin-toplumun hak ettiği bir olgu olarak gündelik yaşamda yerini almaktadır. Birey ya da toplum bilgiye değer vermiyorsa, o bilginin doğruluğunun da bir önemi-değeri kalmamaktadır. Herhangi bir kişi gündelik yaşamında bir gün öyle bir gün böyle konuşup birbiri ile çelişkili bilgilerle çevresiyle etkileşim kuruyorsa, çevresi o bireye nasıl tepki verir? Nedense bu soru herhangi bir birey için değil de toplumu yönlendiren kişiler için sorulduğunda toplum aynı netlikte tepki verememektedir. Hatta malum tüm dünyada bunun için güzel bir isim de icat edilmişti: Doğru-Ötesi (post-truth). Eskiden yalan ya yanlış olan şey bugün “alternatif doğru” olarak etiketleniyor. Eskiden gerçek ile somut ile çelişen bilgileri veren-paylaşanların yüzüne dönüp bakılmaz, yalancılıkla ayıplanır-suçlanırlardı. Bugün ise herkesin bir alıcısı, onu ayakta alkışlayıcısı var. İçerik çöpe gitmiş durumda!
Bu çelişkili yaklaşım sadece teorik bilgi üretimi-paylaşımı ile sınırlı değil. Benzer bir “başını kuma sokma” durumu stratejik yatırımlarda da göze çarpıyor. Dünyanın en büyük ekonomilerine sahip kimi ülkeler örneğin bir milyar dolara uzaya giderken, o ligde olduğunu iddia eden başka bazı ülkeler benzer bir parayı kapısına birinci günden kilit vurduğu, daha açılmadan kapattığı oyun parklarına yatırıyor!
Tüm dünyada işin gelip düğümlendiği nokta toplumun liderlerine hangi konularda nasıl baskı yaptığı yönünde. Örneğin Türkiye’de toplum liderlerine pek bir baskı yapacak düzeyde olmadığı ifade edilebiliyor; özellikle de eğitim düzeyine işaret edilerek. Bu pek de doğru bir tespit değil! Toplumun liderleri üzerinde bir baskı unsuru oluşturması söz konusu olmasa partiler, politikacılar, liderler ya da yerel yönetimler her fırsatta anket yapıp toplumun nabzını tutma konusunda bu denli hevesli olmazdı.
Burada tespit edilmesi gereken nokta toplumun hangi konulara hassasiyet gösterip hangilerine göstermediği. Elbette ki Türk toplumunun da hassas olduğu konular var. Ama görünen o ki doğruluk, dürüstlük, vicdanlılık kişisel-toplumsal çıkarların üstüne çıkamıyor. Önce ben, sonra ben, sonra yine ben, ondan sonra sen! Hem de ateistlerin-nihilistlerin-narsistlerin ezici bir çoğunlukta olmadığı bir ülkede!