Dost Detoksu
Yıllardır, gerek konferanslarımda gerekse katıldığım söyleşilerde hep
aynı soruyla karşılaşırım…
“Nasıl yazıyorsunuz?”
Hep, kendi geliştirdiğim “Düşünce küveti” metaforuyla yanıtlandırırım bu
soruları.
Nasıl ki küveti doldurmak için önce gider tıpasını takmak lazımsa…
Yazının başlığı da, düşünce küvetinin tıpasıdır aslında.
Başlığı atar, yani tıpayı takar, suyu açarım…
Dolar, dolar, dolar o küvet ben düşündükçe.
Bazen çok tazyikli akar su, tıpayı takar takmaz dolar düşünce küvetim.
Bazen de zamana bırakırım, damla damla dolmaya başlar…
Ama önce tıpayı koymak gerekir suyu biriktirmek için.
Başlığını atmak yani yazının…
***
Bu yazının başlığını uzunca bir süre önce koymuştum aslında…
“Seçici sosyalleşme” demiştim.
Odaklandığım konuda, beyin fırtınalarıma ortak ettiğim bir dostum ilginç
bir benzetmede bulundu…
“Dost detoksu”
Benim “Sosyalleşmede seçicilik” olarak nitelendirdiğim olguyu dostum
böyle açıkladı…
Çok daha derin, çok daha kesin geldi bu yaklaşım bana…
Metaforik dili de çok sevdiğimden, bu başlığı attım zihnimde, okumakta
olduğunuz yazıya…
***
Detoks, malum, yabancı bir kelime…
En basit tanımıyla, zararlı maddelerin vücuttan atılması süreci…
Türkçesi ne olabilir diye düşündüğümde, “Arınma” sözcüğü daha bir sindi
içime…
Yani, bize zarar verdiğini hissettiğimiz…
Ya da aslında, hiç de ihtiyacımız olmadığını fark ettiğimiz şeylerden
kurtulmak…
Hep “Olmazsa olmaz” bildiklerimizin “Olsa da olur, olmasa da”lığını anlamak…
Dolayısıyla, bir yüzleşme bu bağlamda detoks…
Bir sorgu…
Bir karar…
Ve en nihayet, bir sonuç…
***
Bu satırların, 20-30 yaş bandındaki okuyucularına tuhaf gelebilir belki
“Dost detoksu” yaklaşımı…
Doğaldır…
Gençken insan, kendisine itiraf edemediği, üstü örtülü bir pragmatizmle
yaklaşır dostluğa…
Yolun başındayken, yani hedeflere giden yolculuğun daha ilk
istasyonlarındayken, çevresinin kalabalık olmasını ister insan…
Zira hiçbir anahtarın, hatta paranın bile açamadığı kapıları, bir rica,
bir hatır, bir tanışıklık açabilir bazen.
O yüzden “Belki bir gün yardımı gerekir”, diyerek “Çok kişi tanıyayım,
her camiada bir dostum olsun.” diye düşünür…
Yani, çevresini genişletmeye çalışır sürekli insan…
“Dost oburluğu” da diyebiliriz bunun adına…
Hepimiz öyle davranmadık mı gençliğimizde?
Ancak “yaş aldıkça” nicelik yerini niteliğe bırakmaya başlar…
Ve an gelir, sorgulama evresine geçer insan.
Dev bir eleğin üzerine atar geçmişini; başlar sallamaya…
Gerçekten yaşanmışlığı hak eden olaylar akar geçer o eleğin çok ince
deliklerinden…
Yaşamış olmak için yaşanmışlar ise unun içindeki buğday parçaları gibi
takılır kalır.
Dostlar da nasibini alır elbette bu yaşam eleğinden…
İşte o zaman yüzleşir insan “Dost detoksu” kavramıyla…
Bakar ki yıllardır dost kabul ettiği kişilerin neredeyse tamamı üzerinde
kalmış eleğin…
Ve sadece birkaç tanesi süzülüp akabilmiş aşağıya…
***
Kişinin kendisini tanıma yolculuğu, bu malum eleği eline aldığında
başlar aslında…
Yaşamak istediğiyle yaşamak zorunda olduğunu mukayese etmeye başlar insan.
Ve kendisine ait olmayanlardan arınmaya karar verir…
Bir yüzleşme anıdır o insanın…
Geçmişiyle…
Kendisiyle…
Hayalleriyle…
Ve dostlarıyla da tabii ki….
Komple bir detoks başlar ardından…
Bir arınma…
Başkalarının kendisine direttiği doğrulardan…
Hiç kurmadığı, ancak hep kendisini kurmak zorunda hissettiği hayallerden…
Yıllarca içinde taşıdığı o nafile ihtiraslardan…
Ve hep dost sandığı ama aslında herhangi bir “tanıdıktan” öteye geçmeyen
kişilerden…
***
Detoks sadece arındırmaz, rahatlatır da insanı…
Yıllarca sırtında taşıdığı küfeyi kaldırıp atması gibi…
Dost detoksu da yararlıdır bu bağlamda…
Gereklidir hatta…
Detaydan öze geçiştir dost detoksu…
Tabldot yemektense “Alakart”ı tercih etmektir.
Bacon, meşhur “Denemeler”inde, “Dostu olmayan insan, kendi ruhunu
kemiren yamyamdır.” der.
Katılıyorum Bacon’a, dostsuz yapamaz insan…
Ama dost olduğu yanılgısına düştüğü kimseler de kemirmez mi insanın ruhunu?
Dost oburluğu hayal kırıklığı, yenilen kazık olarak geri döner çoğu
zaman insana…
Gençken bunları tolere etmek daha kolayken…
Yaş aldıkça, hazmı çok zorlaşır bu pişmanlıklıkların…
***
Bir filtrem vardır benim…
Bir kitap mı okudum?
Bir film mi seyrettim?
Ya da tiyatroda bir eser mi izledim?
Bitiminde sorarım kendi kendime: “Bana aklında kalan tek bir cümleyi
söyleyebilir misin?”
Eğer bir tek cümle bile gelmiyorsa aklıma; zamanımı öldürmüşümdür…
Ama tek bir ifade bile çakılıp kalmışsa usuma, zamanımı değerlendirmişimdir.
Dost buluşmalarımda da uyguluyorum bu filtreyi…
Nüfus kâğıdı eskimeye yüz tuttuğunda anlıyor insan zamanın ne denli
hızlı geçtiğini…
Keza, geçen zamanın nasıl değerli olduğunu…
İşte bu can acıtan gerçek, önemini daha bir ortaya koyuyor “Dost
detoksu”nun…
Bir somut gerçek daha var yaş aldıkça anlaşılan…
İnsanın ömrü boyunca yüzlerce arkadaşı oluyor da “Dost” kavramının içini
dolduran ilişkilerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor…
Hal böyleyken, zamanın önemini fark eden insan, o zamanı kiminle
geçireceğini belirlerken de daha seçici olmak istiyor…
***
40’lı yaşlarımın sonlarında başladım ben bu detoksa…
Bu arınmışlığın tadını doyasıya çıkardığım bir dönem yaşıyorum açıkçası…
Metazori, suni sosyalleşmelerden arınmış olmanın huzuru var içimde…
Tek başıma tekneye atlayıp balığa çıktığımda misal, kendimle saatlerce
baş başa kalmaktan hiç sıkılmıyorum.
Cumartesi akşamları evimde oturmaktan da…
Zaman zaman yemeğe de çıkmak istiyor canım…
Ya da deniz kenarında oturup bir dostla kahve içip, sohbet etmek…
İşte o noktada başlıyor benim için detoks…
Nereye gittiğim, ne yiyip içtiğim detay artık benim için…
Detoksum bana farklı kriterler kazandırdı…
Kiminle gittiğim…
O sohbetin bana ne kattığı gibi…
Artık daha seyrek dışarıya çıkıyorum…
Ama çıkacaksam, gerçekten çıktığıma değecek bir insanla birlikte olmayı
tercih ediyorum…
“An”ın tadını çıkartmayı öğretti bana dost detoksu…
Karın doyurmak ile yemek yemek arasındaki fark gibi…
Birinde hızla, çalakaşık yiyor, sadece açlığını bastırıyor insan…
Diğerinde ise küçük küçük parçalara bölerek, her lokmayı uzun uzun
çiğneyerek, tadını, lezzetini alıyor yediğinin…
Dost detoksu, işte dostluğu, tadını hissederek yaşamayı da öğretiyor insana…
***
Balonun yükselebilmesi için ağırlıklarından kurtulabilmesi gerekir…
Kişinin de huzura ulaşması hayatındaki gereksizliklerle vedalaşmasıyla
mümkün bence…
Minimal yaşamak gibi…
Bilim insanları, kullanmadıkları şeyleri hayatlarından çıkarmanın,
insanlara mutluluk verdiğinin altını çiziyorlar…
Hepimiz gereksiz biriktirmelerin yükünü taşımıyor muyuz hayatımızda?
Yıllardır giymediğimiz ve asla giymeyeceğimiz kazaklarımız,
gömleklerimiz yok mu gardıroplarımızda?
Varlığını bile unuttuğumuz, belki de bir daha asla kullanmayacağımız
eşyalar saklamıyor muyuz evin bir yerine istiflediğimiz mukavva kutularda?
Dostluklarımız da aynı değil mi aslında?
Yer işgal etmekten başka neye yarıyor o gereksiz biriktirdiklerimiz?
Keza, zaman öldürmekten başka ne kazandırıyor bize o nafile
birlikteliklerimiz?
**
Herkese öneriyorum “Dost detoksu”nu…
Yanlış yorumlamamak lazım…
Dostlara sırt dönmek değil, bilakis dört elle sarılmaktır dostluğa bu…
Dost detoksu yalnızlık değil, seçiciliktir…
Az ama gerçek dostlukları tercih etmektir…
Dost unvanını gerçekten hak edene vermektir…
Bir dirhem bal için bir kilo keçi boynuzu yemeyi reddetmektir yani..
Ender bulunanlardır gerçekten değerli ve önemli olanlar…
Ve bazen az, “Çok”tur aslında…