Dur!
Dur! Bak… İçinde yaşadığın çılgınca akan bir nehir gibi sürüklendiğini düşündüğün yığının bir anlık kesitini gözlemle…
Bekle! Aracını park ettikten sonra yanan ilk yeşilde karşıya geçme. Önünden akıp giden trafiği izle. Olanları gör. Birbirine çalınan kornalar; sokağa sapmak isteyenlerin ardından çalınan kornalar, ezilmekten zor kurtulan yayalar ve dahası…
Biraz önce oradaydın… O yığının içinde. Hatta; hala içindesin. Sadece minicik bir mola verdin kendine o kadar… Gördün mü?
O kornayı kulakları sağır edercesine çalan, karşıya geçmeye çalışan (hem de yaşlı) bir yayanın üstüne sanki onu ezecekmiş gibi süren, ilerde gördüğün bir park yerine doğru önündeki hiç bir araç, insan ya da ağacı görmeksizin hedefine kilitlenen SENdin…
Hemen bahanelerin ardına sığınabilir; doğanın vahşi yasalarının şehir ekseninde evrimleşmiş güncel halleri diyebilirsin… Deme! Bunun doğa ile ya da doğallık ile bir alakası olmadığını sen de biliyorsun.
Dur! Bekle! Düşün! Derin bir nefes al… Hatırla; insan olduğunu… Ölümlü olduğunu… Kırılgan olduğunu… Buralarda olduğunu ama daha sonra olmayacağını… Ne bırakacaksın ardında?
Şimdi geç… Karşıya yani… Hem de yanan ilk “yeşil”de… Daha sakin ve belki de çekingen attığını düşünebilirsin adımlarını. Öyle at bir süre. Ezip geçme karşındaki doğayı ve doğanı…