Dur!
Bir baraj gölüydü sanırım, kıyısında mola verdiğimiz. Üç vakit oyalanmıştık da, iki balıkçı tuttukları bir balıkla çıkagelmişlerdi.
Balık ince ve uzun bir sazandı ve kocamandı.
Zargana olmak hayalini gerçekleştirmek üzereyken tutulmuş sudan çıkma sevdasına.
Sanki.
Hediye ettiler bize durduk yerde de, balık arabaya sığmadıydı.
Başını ön plakanın üstüne, A ile Y harfi arasına sıkışırdık; kuyruk arka plakada Z’ye tekabül etti.
Düştük yola.
“Bütün pişirmek gerek” dedi bilen biri.
Kabuğunu açmayacaksın ki, içinde pişsin.
Bu haliyle hangi fırına sığar ki?
Kasabanın fırıncısı, “ekmekler çıksın, soğumak üzere olan fırının sıcağında sabaha kadar pişer” dedi.
Nefes alıyordu hala, koca ağzını açtı, ellerimizle kapattık.
Başını azcık ittik ki, sığsın fırına.
Böyle fırın kapağı da hiç görmemişim, yana doğru işleyen, akordeon kapak.
Sanki iki saat geçmişti, bir ses geldi.
“Kapak hareket ediyor” dedi Selim abi.
“Açmaya çalışıyor” dedim.
Kapağı elimizle tuttuk, bıraksak kopacak.
“Çıksın” dedim.
Çıksın ama ne olacak?
Suya atsak yaşar mı şimdi bu?
Açtık kapağı, başını uzattı, gözler ferfecir.
La havle…!
O sırada uyandım.
Nedir bu rüya böyle, of ki offf…
Kalkıp yüzümü yıkadım, bir bardak su içeyim dediydim ki, mutfak kapısından uzanan kuyruğu gördüm.
Başını masanın bacağına yaslamış, açık ağızdan çıkan hırıltılı nefese tutunuyordu.
Dokundum, derisi kupkuru bir ağaç kabuğu gibiydi.
“Artık suya salınmaz bu, boğulur” dedim.
Yatağa döndüm, yattım öyle.
Sonra, bir adam geldi, debriyaj dişlisi lazımmış, metro çıkışında, 28 numaralı binanın ikinci katından alıp gelivereymişim.
Metroya bindim de, bilmiyorum ama hangi durakta ineceğim.
Sorsam birine…?
“28 numaralı binaya gidiyorum da, hangi durak acaba?”
Herkesin kulağında kulaklık var.
Şu kara sakallı oğlan bana bakıyor, ona soruyorum ama duymuyor.
Kulaklık yapışmış kulaklarına.
Metronun penceresinden tünelin duvarını görüyorum, pul pul…
Ulan… balığın içinde kaldım.
Korkmuyorum, sadece dişli bulamazsam iş aksayacak endişesi var.
Iyi ama metrodan nasıl ineceğim?
Nerede ineceğimi bilmediğim için inemiyorum, ben inmiyorum diye o da hiç bir durakta durmuyor.
Yolcular kulaklıkla, hep o aynı şeyi dinlerken, tıkır tıkır ilerliyor tren ve etraf pul pul fraktal tarlası.
Artık uyanmanın faziletine inancım kalmadığı için, uyanmaktan vaz geçtigimi hatırlıyorum.
28 numara, tek bildiğim bu.
O dişliyi alsam, bir şeyler dönmeye mi başlayacak?
Bilmiyorum …. !
Tren sonsuza kadar gitme eğilimiyle ilerliyor ve kulaklarına kulaklık yapışmış insanlar bekliyor ki o durağı bulayım.
Sanki, dişliyi bulursam metrodan çıkacağım, rüya bitecek.
Kararı verdiğimde, “dur” diyerek, durduracak ve ineceğim.