E-Kitap Devri Başladı da…
Geçtiğimiz günlerde İzmir Kitap Fuarı ziyaretim esnasında, elime ilk defa bir e-kitap okuyucusu aldım. Amazon.com’a girildiğinde sürekli karşıma “Kindle” adını verdikleri ürünün reklamı çıkıyordu, ama açıkçası kitap elektronik bir cihazdan mı okunur kardeşim, diyerek aldırmıyordum. Hele ki bir PC’de kitap okumaya kalktığınızda bir süre sonra yaşadığınız fiziksel sıkıntılar nedeniyle, elektronik aletlerden kitap okuma düşüncesi bana çok uzak geliyordu. Ama bu “reeder” adı verilen alete bayıldım, normal kitap sayfasına bakmakla, buna bakmak arasında hemen hiçbir fark yok. Gözleriniz hiç yorulmuyor, fontları ve satır aralarını istediğiniz gibi değiştirebiliyorsunuz ve fiziksel olarak bir kitap taşımanın tüm zorlukları ortadan kalkıyor. (1000 sayfalık bir kitabı elde tutup okumaya çalışmak gibi mesela.) Bir süredir kitapları unutan günümüzün teknolojik insanını yeniden okumaya döndürebilme potansiyeline sahip, çok önemli bir icat gibi görünüyor bu e-kitap okuyucular ve sonrasında dönüşecekleri elektronik sayfalar; tıpkı bilimkurgu filmlerinde gördüklerimiz gibi.
Kazın Öteki Ayağı
Fuar’ın ertesi günü kızımın anaokulundan bir mesaj geldi: “Anneler Günü etkinliği için anne-kız resmine ihtiyacımız var, lütfen bir tane gönderebilir misiniz?” İnsan böyle bir mesajı alınca aklına hemen “Hangisini?” sorusu geliyor. Tabii bunun içeriği “Kızımın binlerce resmini çekmişim geçtiğimiz 3.5 sene içinde, bir sürü de güzel resim var anasıyla; hangisini yollasak ki” şeklinde. Ama bir süre sonra dehşet içinde şunu fark ediyorsunuz ve yine “Hangisini?” diye soruyorsunuz. Bu sorunun içeriği ise bambaşka: “Yahu bunların hepsi dijital ortamda, baskılarını hiç almamışız ki. Binlerce resim var, ama bir tanesi baskılı değil. Evde dijital baskı aleti de yok, yakınlarda da fotoğrafçı…” Mecburen “eski alışkanlıklara sahip” babaannenin bastırdığı ve bebeklikten kalan resimlerden birisini bulduk da yollayabildik. Sonra bir anda bende bir şeyler dank etti. Evet, binlerce, milyonlarca resim-yazı mevcut bilgisayarımda veya bilgisayarlarımızda, ama elimizde tutabildiğimiz şeyler değil ki bunlar…
Felaket Senaryosu
Hadi şimdi bu noktada olabilecek en felaket durumu düşünelim: 2012’de NASA güneş patlamaları nedeniyle dünyada 3 gün boyunca elektronik iletişimde sıkıntılar yaşanacağını söyledi. Hadi bu patlamalar, diyelim tahmin edemeyeceğimiz derecede büyük oldu ve elektromanyetik dalgalar dünyaya öyle bir çarptı ki elektronik neyimiz varsa kullanılmaz oldu. İnternetin üzerinde bulunduğu tüm serverlar bozuldu, bilgisayarlarımız açılmaz hale geldi, cep telefonlarımız sapıttı vs. Ya da bir terör saldırısı şeklinde gelişti ve bir şekilde dünyanın birçok yerinde aynı anda EMP bombaları patladı -ki bu bombalar patladıkları bölgedeki elektronik aletleri bozarlar-. Her iki durumda da elimizdeki tüm teknolojik oyuncaklar, sadece karanlık, hareketsiz ekranlardan ibaret kaldılar. Böyle bir durumda internetteki sayılamaz kadar çok yazı, makale, resim, bilgi, blog vs. veya en basitinden bilgisayarlarımızdaki aile resimlerimiz, müziklerimiz, filmlerimiz vs. ne olacak? Kişisel ve gezegensel tarihimize dair, gelecek nesillere bir şeyler bırakabilmiş olacak mıyız? Elbette ki elimizde kitaplarımız, gazetelerimiz, sayısız basılı materyalimiz var; ama hadi bu senaryoyu bir 10 sene sonraya öteleyin. Basılı materyaller iyice azalacak ve her şey elektroniğe dönecek; böyle bir ortamda yaşanabilecek bir elektromanyetik kıyamet, bizlerin kişisel tarihlerimizi, sonraki nesillere aktarmada sıkıntı yaratmaz mı? Antik tarihe bakıyorsunuz, adamlar taşların, killerin, papirüslerin, tapınak duvarlarının, dikilitaşların aracılığı ile –haliyle teknolojik mecburiyetten- metinlerini kaydetmişler, ama o metinler, binlerce yıl yaşamış; daha da yaşayabilirler. Ama bir e-kitap, elektrik gücü olmadan ne kadar yaşayabilir?
Tabii ki teknolojik gelişmeler bizim hayatımızı kolaylaştırıyor, bir sürü avantajları var; ama bir yandan da olayın bu boyutunu da düşünmemiz gerekiyor hani. Alınabiliyorsa, gereken önlemleri almak adına…