Ekmel Bircan anısına…
Ekmel Bircan anısına…
12 yıl öncesinden bir yazı…
Ekmel Abim benden 6 yaş büyük… Yıllardır tanırım kendisini. Son zamanlarda, birlikte yaşadığı annesinin çok yaşlandığını ve başa çıkılamaz durumda olduğu için bir huzurevine vermesi gereğinden bahseder olmuştu.
En sonunda bir yer bulduğunu söylemişti. Benden de taşınacak eşyalar için yardım istedi.
Dün öğle saatlerinde minibüsle vardım kapılarına.
Önce teyzenin odasına konacak bir kaç parça eşyayı yükledik. Daha sonra Ekmel Abi, annesi ile çıktı kapıdan. Ben teyzeyi ilk kez görüyorum. 32 kiloymuş. Kamburu çıkmış vaziyette, ciddî bir kemik erimesi var. Bastonla dolaşıyor ancak akıl son derece yerinde.
Vardık huzurevine. Giriş işlemlerine başlandı.
Ekmel Abi, müdire hanımın odasında bu işlerle ilgilenirken, ben de çevreyi gezip biraz etrâfa bakındım.
Yeşillikler içinde, çiçekli, böcekli, horozlu, tavşanlı, huzurlu bir mekân…
Bir kaç fotoğrafta çektim, telefon ile… Kalitesiz fotoğraflar ama o anda aklımdan geçen bir şeyi paylaşmam adına aşağıya koyuyorum.
Binâların arasından ileride İzmir körfezi görünüyor. Ve hayâl meyâl görülen bir yüksek yapı var orada. Şu anda oturduğumuz evin bir kaç apartman yanında o yapı…
İçimden şöyle geçti o sırada; “Bundan belki 30-40 yıl sonra, bu huzurevinde oturup, kızlarının gelmesini beklerken, misâl bir Pazar günü, belki de gözlerin seçemeyebilir o yapıyı… Ama bilirsin ki oradadır.”
Ve eğer hatırlayabilirsen; artık gözlerinin tam da seçemediği oralarda yaşamışsın, o sokaklarda dolaşmışsın. Yıllar önce, şimdi bir koltuğunda yalnız başına oturduğun bu huzurevine Mehpâre teyzeyi bıraktığın günün akşamı kapının çalındığını, bir dostunun sürpriz yaptığını, rakınızın bittiğini ve telefon edip o yüksek binanın altındaki bakkaldan eve rakı getirttiğini hatırlayabilirsin. Belki…
İşte, böyle şeyler düşüne düşüne girdim içeriye tekrar. Müdire Hanım ve Ekmel Abi konuşuyorlardı hâlâ. Mehpâre teyzenin doktor raporundaki bir sözcük tam anlaşılamamış, onu tartışıyorlardı.
Girdim odaya, iliştim bir koltuğun kenarına. Dinliyorum bunları.
Ben öyle tıbbî terimlerden filân fazla anlamam ancak raporun üst bölümünde bir yerde “Senilite Korseksi” diye bir şey yazıyor. Müdire Hanım “nedir bu?” diye Ekmel Abiye soruyor, o da “Vallahi bu rapor işleri bir âlem, ben de tam bilmiyorum.” derken…
Müdire hanım önündeki bilgisayara bir şeyler yazdı ve tıkladı.
Ekmel Abi, oturduğu yer yüzünden ekranı görecek durumda değil. Ancak ben görüyorum. Ve beklentim, hani böyle formlar, dökümanlar, bilmem neler açılacak olması. Öyle ya, kayıt safhasındayız.
Aaa, bir baktım, Google açıldı Müdire Hanımın ekranda… Bir kaç saniye sonra anladım ki, kadın “Senilite Korseksi”nin ne olduğuna bakıyor.
Tam bu sırada, Ekmel Abiye bir şey söylediler, annesi ile ilgili… Odadan çıktı, gitti.
Biz müdire ile yalnızız.
Sıcağımdır ben, tanıyanlar bilir. Acele olaya müdâhil oldum.
-Bulamadınız sanırım.
-Seniliteyi buldum, yaşlılık demek ama, korseksi diye bir şey yazmıyor.
Son derece iyi niyetle ve Tanrı şâhidimdir, aklıma hiç bir şey gelmeden şöyle bir öneride bulundum, Müdire hanıma;
“Korseks bir durum herhâlde. Korseksi derken örneğin senilite durumu gibi bir şey. Dolayısı ile arama motoruna yazdığınız seniliteyi ve korseks’in sonundaki i takısını kaldırıp aratırsanız, belki korseks diye bulabilirsiniz.”
Sonraki bir kaç saniye içinde orada olmamayı isterdim.
Kadın büyük bir süratle söylediklerimi yapıp enter’a bastığında, koca ekranda görülen satır ve fotoğrafların neler olduğunu söylememe gerek var mı, bilmiyorum.
Abi, kelimenin içinde hem “kor” var hem de “sex”…
Ne kadar, emmeli gömmeli lafları içeren erotik site varsa hepsi zaaart diye açıldı mı Müdire’nin ekranda…
“Eee, böyle çıkmayacak sanırım, geri yapalım…” derken, o andan sonra bu cümlemin bile yanlış yere çekilebileceğinin farkında değilim heyecandan.
Çıktım acele odadan… Bana ne ya… Kendileri bulsunlar.
(Akşam meraklanıp bir doktor arkadaşıma sorunca “belki Korteks yazmak istediler ama senilite korteksi diye bir şey de duymadım ben.” dedi. Herrrneyse.
Sonra binânın içini dolaştık… Bir otel görünümünde yapmışlar içini.
Mehpâre teyzeyi yerleştirdik 412 numaralı odaya.
Tek başına gazete okuyan, televizyon seyreden amcalar, teyzeler dikkatini çekiyor insanın. Bir de içi boş bir kütüphâne. Ekmel Abi dün o kitaplığı dolduracağına dair konuştu Müdire ile. Ve bugün bir kaç özel gurupta gördüğüm kadarı ile bir kampanya başlattı bile.
Bir ara, Ekmel Abi dışarıdaydı. Ben, Mehpâre teyzenin koluna girmiş yürümesine yardımcı olurken, iki yaşlı teyze sordu; “Nesi oluyorsunuz?” diye. “Bugün tanıştım. Arkadaşımın annesi…” dedim…
Teyzeler bayağı bir hayır duası ettiler arkamdan, sesli sesli… Güzel şeyler bunlar.
Yanlarında üç saat kadar geçirdikten sonra ayrılmak üzere, Mehpâre’nin manikürlü ellerini öperken, bana ettiği sözler ve teşekkürler ne kadar inceydi, ne kadar güzeldi, Tanrım.
Bu Cumhuriyet kızı/kadını/anası ve ninesine Allah’tan, Zübeyde Hanım’ın adını taşıyan bu huzurevinde, iyi bir bakım, güzel günler, iyi arkadaşlar dilemekten başka yapacak bir şeyim kalmıyor.