Ela Gözlü Pars: CELİLE
Ela gözlü pars: CELİLE, kitapçı raflarında yerini aldı. Balcıgil, aşk ve macera romanlarının arka planına mutlaka tarih yerleştiriyor ve ele aldığı kişi ve konuların gerçeklerle yüzde yüz örtüşmesini sağlıyor.
Seçtiği konular ne kadar çetrefil ve zor olsa da, Balcıgil kitaplarını su içercesine ya da hava alırcasına kolay okunacak biçimde kaleme alıyor.
Ela gözlü pars: CELİLE için de bütün bu söylenilenler geçerli…
Güzel bir kız çocuğundan, şahane bir kadına….
Balcıgil okurlarını bu kez, iki cenahtan paşa kızı, paşa torunu olan, olağanüstü güzelliği ve hayatıyla dikkat çeken Celile Hanım’la buluşturuyor.
Osmanlı sarayının en güzel kız çocuğu Celile, zaman içinde İstanbul, Paris ve Roma sosyetesinin en gözde genç kadını haline geliyor…
Saray ressamı Fausto Zonaro’nun öğrencisi olan ve adını resim sanatına altın harflerle kayıt ettiren ela gözlü pars, okura aslında hiç de yabancı değil: Ünlü şair Nazım Hikmet’in annesi ve bir başka ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı’nın sevgilisi.
Celile’nin özel hayatına ayaklarınızın ucuna basarak girerken, kaçınılmaz olarak kendinizi onun yerine koyacak, onun kanatlarıyla havalanacak, mutluluğunu ve çektiği acıları paylaşacaksınız
Nefes kesen bir hayat…
Padişah hafiyeleriyle, balkan çetecilerle, İttihat ve Terakkicilerle boğuşacak kadar cüretkar, sevgisiyle kuracağı ev için masa örtüsü dikecek kadar mütevazi, oğlu için canını ve gururunu hiçe sayacak kadar fedakar bir kadın Celile.
Gerçek bir saray hanımefendisi, pervasız bir aşık ve ele avuca sığmaz bir eylemci!
Kahramanımız, gönlünü kendinden dört yaş küçük Yahya Kemal’e kaptırdığında, evli ve iki çocuğu var… “Ela gözlü pars” diye şiirler yazıyor ünlü şair onun için. Güzel kadın, hayatında ilk kez bulutların üzerinde uçtuğunu düşünüyor ve aşkı uğruna eşini, evini terk ediyor. Maalesef, şairi onu taşıyabilecek büyüklükte bir yüreğe sahip değil. Yarı yolda bırakıyor, sıvışıp kaçıyor. Çok ama çok üzülüyor, kahroluyor ama yıkılmıyor ela gözlü pars.
Aynı çocuk iki kere doğurulabilir mi? Doğuruyor Celile! Oğlu Nazım Hikmet yirmi sekiz yıllık hapis cezasının on ikinci yılında ölüm orucuna başlayınca, bir panter gibi ileri atılıyor ve büyük şairi, ölümün kıyısından çekip alıyor.
Bir solukta okuyacaksınız…