Eşitlik Savaşçısı
Kadınların yasalar önündeki eşitliğiyle ilgili önemli çalışmaları olan Ruth Bader Ginsburg bizde pek bilinmeyen bir isim olabilir. Herhalde bundan dolayı Cuma günü vizyona giren ve hayatını konu alan Eşitlik Savaşçısı’nı bomboş bir salonda, üç kişi olarak izledik. Son dönemlerde en çok beğendiğim filmlerden birisi oldu ve özellikle cinsiyet eşitliğiyle ilgilenenlere tavsiye ederim. Film, 1950’li yıllarda Harvard Hukuk Fakültesi’ni birincilikle bitiren ve kadın olduğu için iş bulamayan Ruth Bader Ginsburg’un hikayesini anlatıyor. Ginsburg daha sonra, cinsiyet eşitliğiyle ilgili önemli kanunların çıkmasını sağlıyor. Şimdi de 85 yaşında, Amerika Yüksek Mahkeme Yargıcı ve insan hakları savunucusu, çok güçlü bir kadın olarak bizlere ilham vermeye devam ediyor.
Filmde anayasanın ayrımcılığını ortaya koyan bir davanın seyriyle beraber, Ruth’un aile ilişkilerini de izliyoruz. Eşinin büyük desteği ve birbirlerini tamamlamaları çok dikkat çekiyor. Örneğin Ruth iyi yemek yapamıyor ve eşi bu görevi üstleniyor. Ancak kansere yakalandığında, Ruth da Hukuk Fakültesi’nde eşi için de tüm derslere girip, akşamları ders notlarını ona aktarıyor. Film, ilişkilerin geleneksel rollerin dışında ne kadar besleyici ve destekleyici olabileceğini gösteriyor.
Hem kadınlar, hem de erkekler için cinsiyet rollerinin yeniden tanımlandığı bir dönemden geçiyoruz. Bir yandan eşitsizlikler sürerken, diğer yandan geçmişin kodlarının günümüzün ihtiyaçlarını karşılamadığını, her iki cinsi de mutsuz ettiğini görüyoruz. Film bizlerin de her gün yaşamakta olduğu pek çok haksızlığı, ayrımcılığı ekranda görmemizi sağlıyor. Hayatın doğal bir akışı olduğunu, değişimin önüne geçilemeyeceğini, yasaların uyum sağlaması ve kafaların değişmesi gerektiğini etkili bir biçimde gözler önüne seriyor.