Geçmişin Özlemi…
“1840 yılı Manchester, İngiltere’de erkekler için ortalama ölüm yaşı 38, tacirler için 20 ve vasıfsız işçiler için 17 idi. 1860’larda, Sheffield’da daha yüksek sınıflı insanlar yaklaşık 50 yıl yaşıyorken, daha düşük sınıflı insanlar ortalama 30 yılın altında yaşıyordu.
1901 yılında, tüm İngiltere için ortalama yaşam beklentisi üst sınıflar için 60 ve en düşük sınıflar için 30 idi….”
(Hasta Toplumlar / R. B. Edgerton)
Daha önce yaptığım bir araştırmaya göre, insanavladının avcı toplayıcı dönemlerinde de ölüm yaşı ortalama 30 idi. Bu durum sanıyorum ikinci dünya savaşına kadar da değişmedi.
1960’lardan itibaren yaşam süresi hızla yükselmeye başladı.
Diyeceksin, “ABD’de halen zenci bebek ölümleri beyazların iki katı”.
Ama yine de dünyada eşitsizlik geçmişle kıyaslanır gibi değil.
“Geçmişte gerçek tereyağı ve yumurta yiyorduk, komşuluk, dostluk, dayanışma efsaneleri dağları deliyordu”.
“Eskiden ilişkiler daha saftı, sevgi doluydu”.
(Bu kısmı yalan)
…
Çok şey değişiyor ve insanlar sürekli geçmişlerini özlüyorlar, geçmişin anlam dünyasından çıkamıyorlar.
Çok doğal, zira şu zamanlar tam kırılma dönemini yaşıyoruz. Geçmişin tüm değerleri gözümüzün önünde içine çökerek dağılıyor bu da bize acı veriyor. Ama, bir taraftan da yeni bir zihin için, yeni-temiz bir zemin hazırlanıyor.
Bence, herşey daha iyi olacak (zaten tersi mümkün değil). Bunu şu anda algılamaya zorlanıyoruz çünkü iyi-kötü kavramlarımız geçmişin değerlerinin elinde hala.