Güzel Anadolumuzun İlacı; “Aklın ve Kalbin Birleşmesi”
Ne kadar güzel ve özel topraklarda yaşadığımızın farkında mısınız?
Bu eşsiz toprak parçasında ne gibi dünya miraslarına sahip olduğumuzu biliyor musunuz?
Bu toprakların insanlık tarihi boyunca ne denli önemli ve değerli olduğunu görüyor musunuz?
Evet dostlar. Ben kendimi 7 milyar isanın yaşadığı dünyamızın Anadolu diye adlandırılan bu coğrafyasında yaşadığım için şanslı sayıyorum. Hem de her türlü zorluğa rağmen.
ÇÜNKÜ, belki de dünyada azörneği olan bir kültürel mozaik, kültür ve insan çeşitliliği bu topraklarda var. Bugün farklı milletlerden insanları “Amerikan Rüyası” modeliyle çeken ve aynı potada eriten Amerika’da bile bu denli çeşitliliği bulmak zor.
Fakat burada ne var? Burada dile getimesi zor olan, bazen aklın bile suskun kaldığı bir enerjik bağlılık var. Burada doğunun bütünsel ve manayı öne çıkaran bakış açısıyla, batının sistem düşüncesi ile aklı öne çıkaran, hayatı parçalara bölen ve mekaniksel yönetmeye çalışan bilimsel bakış açısını birleştiren bir ortam var. Bir ağacın köklerinin toprakta, dallarının ve çiçeklerinin gökte olması gibi insanın madde ve mana yönlerini birleştiren bir ortam var. Ne tam olarak Batılıyız ne de Şamanizmle yoğurulmuş Orta Asya kökenlerimize rağmen tam olarak Doğulu. Biz biziz. Biz Anadolu çocuğuyuz.
Bu toprakların bir tılsımı olmuş hep. Hep çekmiş insanları buralara. Zira Doğu ve Batıyı birleştiren bu jeopolitik avantajlı konum, uygarlıkların yeşerdiği ya da çapa attıkları topraklar olmuş.
Güzelliği dillere destan Helen’i aşkından dolayıkaçması sonucu,Antik Yunan’dan Kral Agamemnon kalkmış Çanakkale bölgesindeki Truva’ya fethe çıkmış. Bu savaş efsanelere, filmlere, Homeros’un antik eserlerine konu olmuş.
Antik Yunan uygarlığı bugün fimlere konu olur ama bilinmezdir ki, onların kültürü Ege kıyılarındaki İyonya kültürüdür.
Lidyalılar, Hititler,Frigyalılar, Urartular, Persler, Romalılar, Selçuklular, hatta Moğollar, sonra Osmanlılar… Hepsi büyük bir kültürel miras geride bırakmışlar.
Dünyanın en eski yerleşim yeri Göbeklitepe ve diğerleri Harran Ovası’ndan hayat bulmuşlar.
Büyük Roma İmparatorluğu’nun 2nci başkenti Efes Antik Kentiymiş. Ki bu şehrin nasıl bir rüya kanalından gelen ilham ile kurulduğu mitos olarak anlatılır.
Orta Çağ’ın fakir ve perişan Avrupası sefaletten çıkışı Haçlı Seferlerinde görmüş ve Anadolu üstünden kutsal topraklara yürümüş. Anadolu topraklarından geçerken savaş ortamında bile Anadolu’da batıni öğretiler ve Ahilik ile tanışmışlar ve bu “üçüncü türden yakınlaşmalar” gibi onları temelden etkilemiş.
Ülkemize gelen birçok Hristiyan turiste ve iş arkadaşlarıma sorarım, bilirler mi ilk 7 Hristiyan kilisesi Batı Anadolu’da diye. Bilirler mi Aziz Pavlus Anadolu’nun Tarsus bölgesindendir ve Şam yolunda Hz.İsa’nın ona görünmesi sonrası Hristiyan olmuş ve Anadolu kasabalarını dolaşarak Hristiyanlığın ilk tohumlarını burada atmıştır? Bilirler mi yüzlerce belki de binlerce farklı İncil, MS 4.YY’da İznik’te 4’e indirilmiştir. Bilirler mi Hristiyanlık yozlaşıyor diye ilk Gnostik eğilimler yine bu topraklarda çıkmıştır.
Hz.Musa’nın öfkesi neticesinde binlerce yıldır dünyanın farklı bölgelerine göçen, yaşayan Museviler Osmanlı İmparatorluğu’nda güven ve huzur bulmuşlar. 14. YY’da İspanya’dan gönderilen Yahudiler İzmir’e yerleşmişler, orada kabul görmüşler.İstanbul’da ve kutsal topraklarda yaşayanlar ise huzuru ve güveni bulmuşlar.
Moğol istilası sonucu kırılan Anadolu insanları 13.YY’da Hacı Bektaşi Veli, Mevlana, Yunus Emre gibi eşsiz insanlar sayesinde mana çocuklarını doğurarak veya kalp gözlerini bir nebze açıp hakikatın nurundan pay alarak bu topraklarda huzur bulmuşlar. Hatta bu nur öyle bir parıldamış ve büyümüş ki bugün Amerika ve İngiltere başta olmak üzere Sufizm adı altında Anadolu Rönesansı’nın ışığı tüm dünyaya yayılmış.
Daha yazılacak çok ama çok şey var ve ben sadece birkaç örnekten fazla veremiyorum sizleri sıkmamak adına. Ama bakın ve araştırın. Göreceksiniz ki dafa fazlası var.
Ancak vermek istediğim mesaj şudur… Anadolu dediğimiz bu toprak parçası çok eşsiz bir yer. Ve bu özelliği ile dünya tarihi şekillendirmiş ve şekillendirecek bir toprak parçası. Bu yüzden de sefa da bela da bu topraklarda eksik olmaz. Olmadı ve olmayacak. Kim istemez ki böyle eşsiz doğal güzelliklere, yer altı hazinelerine, kültürel mirasa sahip bir toprağa sahip olmasın. Şanslıyız bunlara sahip olduğumuz için.
1nci Dünya Savaşı ve öncesinde ipini koparan dağılmakta olan hasta adam diye tabir ettikleri Osmanlı’dan pay almak için bu topraklara dadanmış. Allah’a şükür ki Churchill’indediği gibi her yüzyılda bir tekrar bir dahi, Ulu Önder Atatürk, ortaya çıkmış da bizleri bu illetten çıkarıp kurtarmış, bizlere bir gelecek vermiş. Hem laik hem de modern, hem Müslüman hem de laik bağımsızlığa sahip bir ülke olma şansına tekrar sahip olmuşuz.
Herkes böyle zenginlikleri ister ve göz koyar. O yüzden Anadolumuza gözümüz gibi bakmalıyız. Ancak topraklarımızda dönem dönem farklı sesler çıkarak birlik ve bütünlüğü bozuyor. Bunu birliği bozmak isteyenler hep olacak. Zira tarihimiz belli, gücümüz belli. Tarih de tekerrürden ibaret değil mi?
Ancak içsel olarak güçlü hiçbir dış unsur yıkamaz. Bu anlamda Anadolu’nun ilacı yine Anadolu’da saklı. Gücümüz yanıbaşımızda saklı ama farkında olan az.
Peki bu ilaç ne? Bu da akıl ve sezgileri birleştirmekten, BİR etmektengeçiyor.
Peki bunu nasıl yaparız? Zaten Batı’nın biliminden feyz almak için yüzünü Batı’ya dönmüş olan bir ülkeyiz ve bu şekilde modern bilimleri öğrenip, o alanlarda önce çırak sonra kalfa sonra da usta olmak için gayret edeceğiz. Daha katma değerli ürünler üretebilecek teknik imkan ve kabiliyetlere sahip olmak gayretinde olacağız. Yurtdışına gidip bilimi yerinde öğrenip getireceğiz de, yurtiçinde kendi AR-GE faaliyetlerimizle kendi teknolojimizi de geliştireceğiz. Cehaleti, taassubu, dogmaları bilimden aldığımız ışık ile yıkayıp atacağız. Aklın özgürlüğünü ülkemizin dört bir yanında tesis edip, her şeyi akıl süzgecinden geçireceğiz. Zaten Kur’an da “OKU” emri ile inmedi mi?
ANCAK bilimin ve aklın hakimiyeti tek başına yetmez. Akıl, beden ve ruhtan oluşan insan, mana yönü olmadan tek kanatlı kuşa döner. Uçamaz. Uçsa da yere çakılır, yem olur gider. Kadim külrürel geleneklerini bir dönem unutan fakat sonraları tekrar hatırlayıp, sahip çıkan ve bunu günümüzün modern bilim ve akıl anlayışıyla harmanlayan Japonya, Singapur, Çin gibi ülkeler nasıl yaptıysa bizler de kendi köklerimize ve kültür mirasımıza sahip çıkacağız.
“Işık Doğu’dan yayılır” derler. Aynen de öyle olmuş hep.Önce Şamanizim ve sonra Ahmet Yesevi ile Orta Asya’da başlayan Türk Batıni dünyasının ışığı zamanla Anadolu’da son bulmuş ve Anadolu fırınında olgunlaşmış. Bu topraklarda koruk önce şarap olmuş, sonra şarap ve nihayet de sirke. Leyla’dan Mevla’ya geçilmiş. Maddeden manaya. Ve bu halk dilinde anlatılmış, herkes sahiplenmiş. Bu nur tüm Anadolu’ya yayılmış. Öyle bir yayılmış Hz.Mevlana’nın cenazesinde, onun Sevgilisi’ne kavuştuğu günde, Şeb-i Arus’ta, diğer dinlerin ve inançların liderleri de onu son yolculuğunda yanlız bırakmamışlar, “bizler Hz.İsa’yı onunla daha iyi tanıdık” demişler.
Hz.Mevlana’nın cenaze töreninden daha iyi bir mesaj olabilir mi bugünlere? Bugün maalesef yükselen kapitalizm ve maddecilik altında ezilen Batı medinediyetleri, Doğu’nun insanın mana yönünü öne çıkarak bütüncül anlayışını inceleyerek kendilerine ilaç arıyorlar. Bu arayışlarında Sufizm ve Tasavvuf’u üniversitelerde bile okutanlar var. Ancak bu arayışlarında Müslümanlıktan ayrı olarak Sufizm’i inceliyorlar ki Müslümanlık olmadan Tasavvuf olmaz. Aynı Hz.Mevlana’nın Kur’an olmadan Mesnevi olmaz demesi gibi. Biz ise ne yapıyoruz? Bizler ise Tasavvuf ve Sufizm gibi bir olağanüstü bir nurun göbeğindeyken, dünyada birçok irfan arayanın aradığını bulduğu bu felsefenin dibindeyken ona “tu kaka” diyoruz. Tasavvuf kesinlikle yobazlık değil, bir aydınlanma öğretisi. Bir Rönesans gibi bilim tabanlı değil.Farkı inancıbaz alması ve bilim ve sezgilerle onu harmanlaması; akıl-beden-ruhu bir etmesi yani.
İşte bu yüzden de Anadolu’muzun, hatta dünyanın ilacı bu topraklarda saklı bence.
Salt aklın özgürlüğü insanı kibire götürür. Şirke götürür bazı astrofizikçilerin yaptığı gibi. Allah yok dedirtir. Ya da Hallac’ı Mansur’un “En’el Hakk” lafını yanlış anlayarak kendisini O’na eş koşar. Salt sezgi ise insanın ayaklarını yerden keser. Aklın özgürlüğünü ele alan bilim ile dengelenmiş sezgiler VEYAHUT sezgilerin kanatlandırdığı akıl ile ilerlemek her 2 kanadını başarıyla ve uyumla kullanarak uçan zarif bir kuğunu süzülmesine benzer. Hatta bu kuğu bir anka kuşu misali kartal olur.
İşte bu yüzden Bilim ile Tasavvuf’un kol kola gezmesi Anadolu’muzun ilacı.
“Ne olursan ol, gel” diyebilen ve her gelenden bir şey öğrenen ve öğreten bir Anadolu kültürü.
“Severim Yaradandan ötürü” anlayışıyla çevresindeki herkesi ve herşeyi sevebilen, sevgi, saygı ve hürmet gösteren bir Anadolu kültürü.
İnsanı, Doğayı, kainatı, Allah’ı ve onun tecellilerini de bilim vasıtasıyla daha iyi anlamamıza yardım edecek bir bilime sahip Anadolu kültürü. Ki bu bilim, psikoloji, biyoloji, fizik, sosyoloji, tarih vs gibi dallarıyla insanı kendini daha iyi bilmeye götürsün.
Cehalet, taassup, doğmalar ve yobazlıktan arınmış bir Anadolu kültürü.
Kökeni, kültürü, ırkı, cinsiyeti, dini, dili, ırkı ne olursa olsun herkesi birlikte yaşamaktan keyif aldığı, farklılıkları problem değil bir fırsat, bir çeşitlilik olarak gördüğü bir Anadolu kültürü.
Tabii ki sevgi, barış, huzur, anlayış, hoşgörü, uzlaşma ve tevazunun hakim olduğu bir Anadolu kültürü.
Bir zamanlar bunu yapmışız neden şimdi tekrar yapamayalım ki? Hatta şu an eski zamanların sahip olmadığı bilimsel imkan ve kabiliyetlere de sahibiz. Tek yapmamız gereken maddenin yükselişi sırasında gölgelenen mana yönümüzü tekrar hatırlamak, görmek ve dengeye oturmak.
Dilerim ki, akıl ve sezgilerimiz denge ve uyum içinde tekrar bizlere ışık olsun, hakikatin nuru dört bir yana yayılsın.