Gyges’ in Yüzüğü
“Mitler, insandaki ruhani potansiyelin metaforlarıdır.” Joseph Campbell
“Hepsine hükmedecek bir yüzük, hepsini o bulacak,
hepsini biraraya getirip, karanlıkta birbirine bağlayacak,
gölgeler içindeki diyarında…” J.R.R. Tolkien.
Gyges, eski bir Lidya kralı olmasının yanında, Plato’nun “Republic” isimli eserinin ikinci kısmında anlatılan bir hikâyede de adı geçmektedir. Platon’un “Cumhuriyet” adlı eserinde; Glaucon ile Sokrates arasında geçen bir konuşmada, Glaucon tarafından anlatılan efsanedir… “Gyges’in hikâyesi şöyledir; Lidya’da Gyges adlı bir çoban varmış. Bu çoban, kral Candaules’in hizmetindeymiş. Bir gün sürüsünü gezdirirken deprem olmuş ve dağın kenarında bir mağara ortaya çıkmış. Mağaraya girince, bir insandan çok daha büyük bir varlığın cesedini görmüş, dolayısıyla buranın mağara değil, lahit olduğunu anlamış. Cesedin parmağında da altın bir yüzük görmüş. Gidip almış yüzüğü, takmış. Daha sonra çobanlar toplantısı tarzında bir toplaşma olmuş, burada yüzüğü çevirince görünmez olduğunu fark etmiş. Diğer çobanlar etkilenip onu saraya gidecek ulak olarak seçmişler. Bu görünmezlik sayesinde her şeyi duyabiliyor, her yere girebiliyor, istediği, canının çektiği her şeyi alabiliyor, istediği kişileri öldürebiliyormuş. Bu gücün ona verdiği tüm imkânları kullanıp büyük bir servet edinmiş. Gyges saraya da gidince yeni gücünü kullanıp kraliçenin aklını çelmiş ve onun yardımıyla kralı da öldürmüş, böylece Lidya’nın yeni kralı olmuş.” Bu mitten gücü bulunca adaletli bir insan bile kendini kontrol edemeyebilir mesajı klasik olar çıkacaktır.
“Efsaneye göre çukurun içinde dev, tunçtan bir at yatmaktadır. Atın yarılmış karnından ise bir el dışarı uzanmaktadır. Gyges, bu elin parmaklarında fark ettiği yüzüğü alır. Hikâyenin anafikri insanların, görülmeyeceğini, fark edilmeyeceğini bildikleri anlarda suç işleyebilecekleridir.”
Bu yüzüğe sahip olma imkânı olsa, çobanın yaptığını yapar mıyız yoksa yapmaz mıyız? Temel soru budur… ““Hayır” cevabını verdiren kendi ahlaki değerleriniz mi, yoksa “toplum ne der” korkusu mu?” “Aslında insan doğasında var olan hırs, her zaman daha fazlasını isteme arzusu bu soruya “Evet” demeyi gerektirir, aksi ise erdemli olmayı.” İnsanoğlu da görülmeyeceğini bildiği an gerçekten suç işler mi?
“Yüzüklerin Efendisinde de yüzük teması işlenmiştir. Eski mitlerden gelen kudret, güç veren yüzük bulmak miti yolculuk sırasında aniden ulaşılan güç ve kudret karşısında kendine sahip olabilme potansiyelini kendi kendine sınamak içindir. Yüzüklerin Efendisinde takanı görünmez yapar bu yüzük ancak kötülüğün sizi bulmasına da önayak olur. Tüm yüzükler çekicidir ve ancak onu takmayı hak edecek olan gerektiğinde çok zorda kalınca taktıktan sonra çıkartmasını da bilecek olandır. Güç, paye, kudret, mevki, para ve ihtirasın cazibesi ve artan ağırlığı onu iradesi dâhilinde iyi, doğru ve güzel için çok gerekmedikçe kullanmayana etki etmeyecektir. Yüzüklerin Efendisi Kelt mitolojisinden esinlenmiştir ancak kadim mitlerde tüm dünyada rastlanır bu motife. Gyges de bunun temel örneklerinden biridir.” “Mitler ve efsaneler büyülü anlatımları bir kenara konulduğunda, özlerinde insan doğasına ilişkin çok çarpıcı tespitlerde bulunurlar.”
Engellemeler ortadan kalktığında insan olduğundan farklı davranır. İnsan doğasının özü için “kötüdür” ya da “iyidir” diye düşünenler vardır. “Sineklerin Tanrısı, masum varsaydığımız çocukların yetişkinler olmadığında nasıl canavarlaştığını anlatır.” İnsan doğası hem iyiyi hem de kötüyü barındırır ancak kötüye yönelme potansiyeli çok daha güçlüdür. “Sadece iyi veya sadece kötü olmak mümkün değildir. Bir kişide bunlardan hangisinin ağır basacağını büyük ölçüde dış dünya; diğer insanlar, aile çevresi, deneyimler, eğitim belirliyor. Tabii ki bir insan kendi iradesiyle iyi veya kötü olmayı seçebilir.”
“Görünmezlik Yüzüğü meselesi de insanların otoriteden muaf olduklarında yapabileceklerini gözler önüne seriyor. Otorite insan davranışlarında belirleyici rol oynuyor, peki insan otoriteye muhtaç mıdır? Birisi, genelin durumunu düzeltmek için yüzüğü şahsi çıkarları dışında kullanamaz mı? Glaukon Gyges örneği vererek en iyi insana bile fırsat verilirse adaletsiz davranacağını söyler.” “Bu anlayışa göre mecbur olmasa kimse ‘ahlâklı’ davranmaz. Ahlâk insanları itaat ettirmek için yaratılmış bir kurallar bütünü, güçlü olanı istediği şeyi yapmaktan engellemenin yoludur.”
“Baldız baldan tatlıdır”, “Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı de”, “Devletin malı deniz yemeyen domuz”, “Sana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın”, “Fazla mal göz çıkarmaz”, “Güvenme dostuna saman doldurur postuna”, “Karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”, “Güzele bakmak sevaptır”, “İncir ağacından yapılan oklavadan
sabahleyin kocasından sonra kalkan karıdan hayır gelmez”, “Tencere dibin kara senin ki benden kara”, “Kızını dövmeyen dizini döver”, “Bal tutan parmağını yalar”, “Üzümü ye, bağını sorma”, “Atın ölümü arpadan olsun”, “Can boğazdan gelir” gibi değerler üreten bir toplumda ahlak, erdem ve etikten söz etmek biraz zor olacaktır. Değerler tersyüz olmuştur ancak değersizlik içinde çamura bulanmış olanların yaşadığı değersizlik bu sefer değer yapılarak sürülerce bireye amiyane tabirle itelenir, ahlâk, belden aşağıya hapsedilmiştir. Kısıtlama salt bu alanda olup o da zıvanadan çıkmayı beraberinde getirmiştir. Elele gezmenin, sevgini göstermenin ayıplandığı; ama kadına şiddetin kutsandığı geri kalmış köhne toplumlar böyle yaratılır. “Ahlâklı olmak başkasının bakışına hapsedilemez… Sosyal izolasyon korkusuyla “Başkası ne der?” diye davranışlarını ayarlayarak değil, kendine egemen bir kişi olarak yaşayarak gerçekleşebilir.” Başkalarının söylediklerini söyleyerek, sürünün yolunu takip ederek değil; başkalarının düşünmediklerini düşünerek ve yapmadıklarını yaparak iz bırakabilir seçkin insan…
“Etik, ahlâk durumları üzerine bir “bilinç” durumuna işaret eder. Bunun için etik sözcüğü daha çok “ahlâk üzerine düşünme” ya da “ahlak felsefesi” anlamında kullanılmaktadır.” “İnsanlar ahlâkı bir kartvizit ahlâkı olarak yaşamakta; onu görenek ve töresel davranış kalıpları olarak görmektedirler.” Kendi kendini ya da parçası olduğu topluluğu, milleti durmaksızın şişirmek, şark kültüründe, aşiret sistemlerinde geneldir. Değer yaygarası yapılır ve şiddetle yaşam tarzı, duygusal sosla pazarlanır ve itinayla dayatılır. Rastgele doğduğu toprak birikintisine bir ömür saplanmak ve adanmak, tek aidiyeti doğduğu coğrafya olan yer seviyesinde kalmış “alt insan” tipinde sıkça görülür. Ahlak, din vs… bayrağını göndere dikip her türlü ahlaksızlıkta zirve yapmak insanımsının bir başka ata sporudur. O, iflah olmaz ve sınır tanımaz kendi kendisinin goygoycusudur…
“Gyges’in görünmez olmak gücünü elde eder etmez çöken adalet anlayışı da sadece bir görünüştür. Gerçekten adil olan kişiyi yöneten ise korku ya da çıkar değil, saf adalet ideasıdır. Böyle bir insan görünmez olunca davranışını değiştirmez.” Bu durum nasıl davranılacağı hakkında ahkâm kesen birinin, kimse yokken etrafta boğazını midesinden hortumlayarak kazır biçimde yere tükürmesi gibidir. Kişinin kendine saygısı varsa çevrede birinin olup olmadığı davranışı kısıtlayan bir ölçüt olmaktan çıkar ve özsaygı ön plana gelir. İşte bu “insan gibi insan” olmaktır.
“Dindar birisi: “eğer kötülük yaparsam öte dünyada azap çekerim, iyilik yaparsam cennete giderim” diyebilir. Dinler temelde bir ahlâk sistemi vaaz eder. Fakat dini bu şekilde anlayan adamın ahlâkı da, öte dünya mutluluğunu hesap eden sonuçsalcı – çıkarcı bir ahlâktır.” “Ahlâk ölçü getiriyor; insan olma ölçüsü. Toplumsal kurallardan, yasadan gizlensek bile kendimizden, kendi insanlığımızdan gizlenemeyiz; elbette eğer varsa. Başkalarına yakalanmasak da vicdanımıza yakalanırız. Gyges’in yüzüğü vicdanın sesini görünmez kılamaz!”
Sunay Demircan bir yazında şöyle diyor: “Bir kere de şu kırılan kol yen içinde kalmasa. Yıksak perdeyi, eylesek viran. Çıksa manzara çırılçıplak ortaya…” “Ensest olaylarının ne kadar yaygın olduğunu görsek. Evlerde ağabeyleri, babaları tarafından tecavüze uğrayan küçücük kızların hikâyeleri bir bir dökülse ortalığa. Namus suçlarında delikanlının kuyruk sokumundan kazık sokup, ense kökünden çıkartan Anadolu halkı kazığa geçirdiği gençlerin dramını açıklasa. İran’ın köylerinden, 5 bin TL’ye 13-14 yaşında genç kız satın alıp, harem kuran erkekler sussa kızlar konuşsa. Köyünde komşu delikanlıyı sevdi diye kızını av tüfeğiyle yüzünden vurarak öldüren babaya karşı susan, susarak katilin serbest kalmasını sağlayan köylüler içlerindeki korku ve pisliği kussalar. Halk hürriyet değil, para istediğini; Parayla her şeyi, ama her şeyi satın almak istediğini, açık açık söylese. Diyeceksin, “ne olacak?” Vandalizm müzesi açılacakmış, içerik zenginleşir, fena mı?” ve şöyle devam ediyor: “İnsan evladı kendini alınır-satılır bir mal yapacak kadar becerikli; bu becerisiyle övünecek kadar aptal; aptallığını görmeyecek kadar kör; körlüğünü bilmeyecek kadar cahil; tüm bunları farkedip, uyanabilecek kadar da enteresan bir akla sahip, şaşılası bir varlıktır.”
Bu konular, kendi kendimizi durmaksızın şişirmemiz, rastgele doğduğumuz toprak birikintisine bir ömür saplanma ve adanma, ahlak, din vs… bayrağını göndere dikip her türlü ahlaksızlıkta zirve yapmak yazara Gyges’in yüzüğünü ve insanoğlunun çamura bulanmış özünü hatırlatır. Güç sorumluluk gerektirir ve denildiği gibi kontrolsüz güç de güç değildir. Mevki, makam, paye elde edenin şaşırması bu kontrolsüz, alt yapısı bozuk, görgü ve kültürü oturmamış, kalitesiz sürü insanında sıkça görülen hastalıktır.
Gerek Gyges’in yüzüğü gerekse J.R.R. Talkien’in ünlü romanı “Yüzüklerin Efendisi”ndeki yüzük, ehil olmayan yığını çığırından çıkarırken sayıca az “insan gibi insan” sadece gerektiğinde iyilik için kullanmak istemektedir onu. Sürünün temsilcisi Gyges hırslarına yenilir ve kendini tüketir. Kraliçe’nin de yardımıyla Kral‘ı öldürür sonra da Kraliçe ile evlenir, geçer kralın yerine ama sonunda çoban ve kraliçenin foyaları meydana çıkar ve linç edilirler.
““Yüzüklerin Efendisi”nde de tılsımlı ve kontrolü zor bir güç veren yüzüğü ele geçirmek için “iyiler ile kötüler” arasındaki savaş anlatılır… Yüzüğün gücünü bildikleri halde “kontrolsüz güç, güç değildir” özdeyişini kendilerine ilke edinen “iyiler” kolaylıkla sahip olabilecekleri halde o yüzüğü istemezler.” “…Gollum isimli insanlık dışı yaratık ise entrikalar çevirir o tılsıma sahip olabilmek için ya da yüzüğün üreticisi kötü büyücü Sauron.”
Yüzükler sınırsız güç veriyor. İki yüzük de taşıyıcısını baştan çıkarmaya çalışıyor ve çoğunlukla başarıyor. Esas mümkün olmayan hem sınırsız güce sahip olup hem de kendini kaybetmemek ve kendine hâkim olmaktır. “Eğer bir şeyi baskılarsan bütün karakterinde o oranda baskılanır. Eğer ağlayamazsan gülemezsin. Eğer gülemezsen ağlayamazsın. Eğer kızamazsan şefkatli olamazsın. Eğer nazik olamazsan kızamazsın. Yaşamda bir şey kesindir. Eğer bir şeye izin veriyorsan, başka bir şeye de aynı oranda izin vermen gerekir. Sadece bir işi yapamazsın…” diyor Osho.
“Mitolojik ya da mitsel düşünce biçimi aslında bizi Doğa ile bağlayan kutsallığın dile yansıyan bir ifadesidir.” diyor Erhan Altunay. İş şurada düğümlenir, bir gün bir noktada etiket, paye ve para ile ünlenen, güce doyan bir insan, o ünlü, sihirli ve her şeye kadir yüzüğü parmağına geçirmiş varsayılır. İşte o güce, makama ve payeye gelince geçeceği sınav esas olandır hiçbirine sahip olmadan işkembe-i kübradan salladığı idealler değil. Her şeye kadir ve gücünü iyilikler için de kullanabilir durumda iken yapacağı seçimlerdir onun aslının ne olduğunu gösterecek olan. Her şeyi gören vicdanın gözü her daim kişinin üzerindeyken o kendi kalbini yine kendi tartmak durumundadır. İçimizdeki ahlâk yasasından kaçış yoktur, vicdanın her şeyi gören gözü her daim üzerimizdedir ve onu asla kandıramayız.
Kendi ile başa çıkabilmek, dengeyi, ölçülülüğü, toleransı ve uyumu benliğinde yaşayabilmek büyük çalışmamızdır, eser kendi ellerimizle yonttuğumuz bizzat kendimizdir. Bunu yapabilen de zaten yaşarken “üç kere yüce” olur kendi kendinin efendisi olur. O, içine düştüğü zor durumları bile bir fırsat görerek kaostan dert yanmaz; kaosun bir çukur değil tırmanmasını bilen için bir merdiven olduğunu çok iyi bilir. Yatay ve dikey gerçek insanın iç âleminde kesişiyor, yaşarken kendini çarmıha geren insan gibi insan Gyges’in Yüzüğü sınavından da geçiyor. Onun ihtiyacı her zaman daha fazlası değil; içindeki boşluğun almak ya da yemek ile dolmayacağını çok iyi bilir. Dualiteyi yaşarken birliği özünde hisseden, zamandan ve mekândan kendini yalıtabilen azınlıktır o. Yüzüğün sembolizması da ayrıca çok önemlidir. O yaşarken kendinden yeniden doğuştur, kuyruğunu ısıran yılan yani Ouroborus’tur, kapıdan geçiştir, Tanrı’ya, Birliğe ulaşmaktır, saflıktır, başlangıçsızlık ve sonsuzluktur, tamamen bütünleşmektir, kendi içinde bir irade ve sözleşme olan bağlanmaktır, mağara sembolizmasıdır, anne karnından doğum gibi aslında kendinden doğumdur, sen hükmedersen o sana değil; yeni bir ben ve yeni bir bizdir, dairedir, döngüdür ve sonsuzluktur…
“İhtiraslar, insanın kendi bilinciyle ulaşamadığı pasif arzulardır. İhtirasların doyurulması geçici, anlık sevinç doğurur. Hâlbuki sevinç sürekli ve kusursuz duruma gelindiği zaman mutluluk adını alır. Mutluluk gerçek arzuların doyurulmasıdır ve bu arzular da ancak bilgi ve akılla bulunur.” Spinoza
Kaynakça:
“Prozac’ı Bırak Platon’a Bak”; Lou Marinoff’; (Gyges’ in Yüzüğü Efsanesi Bölümü)
“Görünmezlik Yüzüğü”; Tuğçe Ayteş
“Yüzüklerin Efendisi Birinci Kısım Yüzük Kardeşliği, Yüzüklerin Efendisi İkinci Kısım İki Kule, Yüzüklerin Efendisi Üçüncü Kısım Kralın Dönüşü”; J.R.R. Tolkien, Metis Yayınları
“Devlet”; Platon, Türkiye İş Kültür Yayınları
“Sineklerin Tanrısı”; William Golding, Türkiye İş Kültür Yayınları
http://tr.wikipedia.org/wiki/Milgram_deneyi, http://sozluk.sourtimes.org/?t=milgram+deneyi
“Bisiklet Hırsızları”; Vittorio de Sica
http://www.felsefeekibi.com/site/default.asp?PG=1540 http://mavimelek.com/gorunmezlik_yuzugu.htm
“Kelimeler’ ve Gyges’in yüzüğü”; Nazan Bekiroğlu
Prof. Dr. Hakan Poyraz, Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
http://www.nuveforum.net/1503-turk-dili-edebiyati/191470-ahlakli-olmanin-gerekcesi-nedir/