Halbuki Aşk Her Yerdeymiş…
Ben kendimi bildim bileli hep aşkın peşinde koştum ama onu hep yanlış yerde aramışım. Aşık olduğumu düşündüğüm bir kadının, bana da aşık olursa yaşayabileceğimi zannedip durmuşum aşkı. O kadınlar da zaten bana beklediğim dönüşü yapmayınca, kendini hırpalamışım, harap etmişim, sevmemişim, kendimin sevilemez olduğuna kanaat getirmişim, bir de üstüne kabahatli olarak bedenimi bulmuşum. Halbuki bu dünyaya aşkı yaşamaya geldim ben. Fakat halim ilahi aşkla oruç tutmaya niyetlenip de iftara birkaç saat kala milletin yediğine içtiğine bakan, hatta niye yiyip içiyorsunuz biz burada oruçluyken diye sağa sola sataşıp, üzerine bir de iftar gelsin diye saatleri sayanlara benzemişim aslında.
Aşkın kaynağıyla bütünleşmek için niyetlenip de, odağını yeme içmeye çevirip sonra da midesinden “Hani nerede kaldı bizim yemek” mesajını alınca gözü dönen bir kişiliğe bürünmüşüm. O açlıkla saldırmışım aslında kadınlara… Flört etmişim, fingirdemişim, sevişmişim, seks yapmışım, aşk yaşadığımı sanmışım… Ama tek amacım varmış, açlığımı dindirmek… Belki yediğim içtiğimle bir süre doymuşum, sesim kesilmiş, ama ruhumdaki açlık asla bitmemiş. Çünkü odağımı kaybetmişim, nereye bakmam gerektiğini bilememişim…
Halbuki aşk her yerdeymiş… Cidden her yerde… Şu anda bu yazıyı yazarken, nefesimi bile aşkla alıyorum. Aşkı içime çekiyorum, aşkı dışarı veriyorum… Her yanım pınarlarla, tatlı sularla, tadı nefis derelerle çevriliyken, ben “Suuu, suuu! Su verin bana…” diye yerlerde sürünmüşüm. Hemen yanıbaşımdaki eşsiz suları görmemişim bile…
Tabii burada şu soru akla geliyor: Peki karşı cinse duyulan aşk ne? Çevrenin aşkla dolu olması, etrafında gördüğün herkese yapış anlamına mı geliyor? 🙂 Elbette ki öyle değil. Zaten aşk bize illa ki birisinin sunabileceği bir şey değilmiş, aşk her yerden şakır şakır akan bir kaynak suyuymuş. Kimi zaman bir bedenle gelirmiş, kimi zaman bir hayvanla, çiçekle, bir deneyimle veya işte sadece nefesle… Ama elbette ki bu bir eş, sevgili olmadan hayatına devam etmelisin anlamına gelmiyor. Hayatına gelmiş o muhteşem varlıkla birlikte elele, yanyana, beden bedene bu hayatı birlikte deneyimleyesin, paylaşasın, tek başına olduğunda yapamadığın güzellikleri o yanındayken birlikte yaşayasın diye senin karşına çıkıyor. Tıpkı sütlü kahve gibi olmaktır bu. Sen kahvesin, o da süt. Kendi başınıza lezzetiniz ayrı. Ama birlikte yanyana sütlü kahve ortaya çıkıyor. Bambaşka bir lezzet… Ama sen her zaman kahvesin, o da her zaman süt…
O, sana seni yansıtıyor, birlikte büyüyor, birlikte paylaşıyorsunuz… Ama artık ondan talebin onun seni doyurması, susuzluğunu gidermesi değil. Düşünsenize aşık olduğunuz adam ve kadınla buluşuyorsunuz ve onun aklındaki tek şey, bir an önce yemek yemek ve su içmek. Sizden sürekli “bana su ver, bana ekmek ver” diye yalvarıyor. Hani buna anca birkaç saat veya birkaç gün dayanabilirsiniz. Sonra hadi yavrum, herkes kendi yoluna… Veyahut her iki taraf da birbirinden dilenir de kimsenin kimseye verecek bir şeyi yoktur. O zaman ya birbirlerinin boğazına sarılırlar, ya da kurban rolünün tadını çıkartmaya dayalı kimse bizi sevmiyor ağıtları dolu bir bağımlılık ilişkisi yaratırlar. 🙂 Hem de çeşme yanıbaşlarındayken… Bunların hepsini yaptık ve yaşadık…
Size bu satırları yazıyor olmam demek, ben yıllardır aşkı soluyorum anlamına gelmiyor. Yerlerde debeleniyordum aşk aşk diye de, ulan çeşme dibimdeymiş bunu fark etmemişim. “Aradığın aşk içindedir” diye de bir söylenti dolaşıyordu da içime bakında dalak, böbrek, mide, pankreastan başka bir şey göremiyordum. Sonra birisi geldi ve kulağıma fısıldadı: “O, her yerde, sadece bak etrafına, her yer onunla dolu.” Doğruldum yerimden ve görüyorum şimdi etraftaki tatlı suları ve nice leziz yiyecekleri…
Doyurayım kendimi iyice ki yürümeye başlayayım yolumda ve paylaşayım hayatımı aşkla, tüm dünyayla…