Hasan Tahsin
“Kollarını sallaya, sallaya mı girecekler? Olmaz… Olamaz ki!.. Sonunda ölüm var!.. Kan var!.. Bunu anlamalılar!..” Hasan Tahsin
1919 Yılı 15 Mayıs’ında İzmir Limanını dolduran Yunan Donanmasının içinden, karaya ayak basmak için sabırsızlanan Yunan Efsun Alayını yaşlı gözlerle izleyen İzmirli
Türkler tarihin en kara gününü yaşıyordu.
Kordon boyu mavi – beyaz bayraklarla donatılmıştı. Rum kızları, eteklerini savurarak şarkılar söyleyip, dans ederken, saat 09:00 sularında Kordon’daki Klonarid
Gazinosu karşısındaki rıhtıma yanaşan Patris adlı savaş Gemisi’nden,
Albay Saphiropolis komutasındaki Yunan tümeni ilk olarak karaya ayak bastı. Bando önde, başpapaz Hıristosmos önderliğindeki Efsun Alayı arkada, Kordon boyunda
gövde gösterisi başlamıştı.
Bir tabur efsun askeri, öncü olarak Kokaryalı (Güzelyalı) yönüne yürüyüşe geçti. En önde Yunan sancaktarı teğmen, arkasında Yarbay İstavriyanapulos atı üzerinde,
arkasında zafer marşları çalan bando ilerliyor, öncü taburu da onları izliyordu.
Sarı Kışlanın, Saat Kulesine bakan Ordu Evi’nin Kıraathanesinde, çayını içen, saçları dağınık, esmer teni güneşten iyice yanmış, uykusuz, sabah ezanına kadar süren
Maşatlık toplantısı sonunda “direnme yemini” etmiş genç kendi kendine söyleniyordu; “Kollarını sallaya, sallaya mı girecekler? Olmaz… Olamaz ki!.. Sonunda ölüm var!..
Kan var!.. Bunu anlamalılar!..”
Yavaş adımlarla Ordu Evi’nden çıktı… Karşısındaki çınarın altına gitti ve beklemeye başladı… Yunan alayının önü, Konak’taki Kokaryalı Tramvay durağı yakınlarına
geldiğinde Hasan Tahsin birden yola fırladı ve o ilk kurşunu sıkarak Yunan bayraktarı teğmeni alnından vurdu ve kurşunu bitene kadar da direndi. Panikleyen Yunan alayı
toplu bir saldırı olduğunu zannederek ilk başta dağıldıysa da ardından ağır silahlarla ateş etti.
Evet, Hasan Tahsin yeminini tuttu!.. İlk kurşunu o attı! Sonra, rovelverindeki tüm kurşunlarını da boşaltı! Siper alan Efsun Alayı Hasan’ın tek kişi olduğunu ve
kurşununun bittiğini fark etti. Dipçiklenerek şehit edildi! Üç gün cesedi kaldırılmadı, dipçiklendi, tekmelendi. Ona selam olsun!..
Çoğumuz, onun anıtı önüne gelir rahmet okur, saygıyla anarız. Ama, onun asıl adını, yaşamını bilir miyiz?
Recep oğlu Hasan Tahsin’in asıl adı Osman Nevres’ dir. Selanik’te 1888 ‘de dünyaya gelen Hasan Tahsin, önce Mustafa Kemal’inde okuduğu Şemsi Efendi Okuluna gitti,
sonra Selanik’teki Fevziye Lisesi’ni bitirdi. Devlet sınavını kazanıp, Paris’te Sorbonne Üniversitesi Siyasi İlimler Akademisi’ni bitirdi. Yıl 1912’ler, Paris’te ODEON sineması… Trablusgarp da Osmanlı/İtalyanlar savaşı gösteriliyor. Osmanlı Türkleri öyle vahşi resmediliyor ki… Birden bir sandalye sinema perdesini yırtıyor… Işıklar… Osman Nevres…
(İşte, böyle bir delikanlı Hasan Tahsin, tanımlayabildim mi?)
İstanbul’a döndükten sonra, Osmanlı Devleti aleyhine Balkanları karıştıran İngiliz Buxton kardeşlerin bu faaliyetlerini önlemekle görevlendirildi. Buxton kardeşlere Bükreş’te bir tünelde suikast düzenleyen Hasan Tahsin yakalanıp, 10 yıla mahkum edildi. Birinci Dünya Savaşında, Bükreş’in Osmanlı Devleti ve müttefik Almanya tarafından alınmasından sonra, 2 yıl hapis yattığı bu yerden 1916 yılında kurtuldu.
Mondros Mütarekesinin karanlık günlerinde sağlık sorunları sebebiyle arkadaşları onu, Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti’nin sözcülüğünü yapan Hukuk-u Beşer
(İnsan Hakları) Gazetesi’nin Temsilcisi olarak İzmir’e yolladılar.
Hasan Tahsin şehit edildiğinde 31 yaşındaydı. Güler yüzlü, neşeli bir vatansever olan Osman Nevres, takma adıyla Hasan Tahsin, işgal acısına dayanamayan yüreğinin
sesini dinleyip, tek başına da olsa bir alaya savaş açacak kadar cesurdu. Atılan bu kurşun Türk Kurtuluş Savaşı’nın meşalesini yakarken, bütün dünyaya da Türk ulusunun bu işgali hazmedemeyeceğinin mesajını veriyordu.
Bugün Konak Meydanı’nda bir elinde bayrağı, diğer elinde Rovelveri ile anıtlaşan bu genç, Türk Basınının bir sembolü olarak tarihe gülümsüyor.
Selam sana!… Saygı sana!..