Hayatı Unutmak
Anadolu’da buğdayın yerini çimentonun; tutku dolu gelecek hayallerinin yerini de ‘hemen – şimdi’ nin aldığı günlerde, deprem sonrası yeniden yapılanmayı konuşuyoruz.
Akla ilk gelen inşaat, başımızı sokacak dam lazım, doğru.
Ama bir de yıkılan sosyal ve psikolojik doku var.
Kültür var, ekonomik hayat var, onları nasıl ayağa kaldıracağız?
Birincisi, planlama mantığının bütüncül ele alınması lazım.
Dam ayrı, hayat ayrı dedin mi, çimento mikserine düşersin.
Bu ‘bütüncül’ sözü iş lafa gelince güzel de, uygulamada şişiyor.
Nasıl olacak?
Örneğin, Antakya için çalışıyoruz.
Orayı, bölge olarak ayakta tutan değerler vardır; öncelikle bu değerlerin, bazı kriterler üzerinden tanımlanması lazım.
Antakya’yı, soyut ve somut değerler olarak özgün, tipik, eşsiz kılanlar nelerdi?
Kentin ruhu var, ruhu… O ruhu tanımlamak lazım.
Bu değerlerin geçmişteki ritimleri (zaman ve mekanla birlikte ilerleme halleri, üretim/tüketim, vb.) ile depremin etkisi sonucunda ritmin değişim öngörüsü ve bu öngörüye göre telafi planlarının işleme ihtimalleri.
Sonra, planlama aşamasında mikro ölçeğe girilmeli, iğne oyası gibi, detay detay işlenmeli. Diyelim ki, vatandaş Antakya Uzun Çarşı’da kiraladığı bir dükkânda sabun ve yağ satıyor, üreticiler de Defne’de küçük işletmeler.
Dükkân yıkılmış, ama sahibi İstanbul’da yaşıyor… Mağduriyetin önlenme aşamasında muhatap kim olacak? Kanun burada mülk sahibini gösterir, oysa ortada, yıllardır oradaki dokuyu ayakta tutan kiracı/kullanıcı vardır. Onun hayata geri dönüşü ve o ruhu canlandırmadaki rolü nasıl sağlanacak?
Ya inanç eksenleri? Ya yaşlıların ve engellilerin durumu?
Ya küçük üreticiler?
Bu gibi detaylar sosyal dokunun inşası için çok önemlidir.
Diyelim ki, Maraş’ın köylerindeyiz. Kırsal alanda vatandaşın evi sağlam, ama ahır çökmüş, hayvanlar gitmiş. O arazi ve iklim koşulunda bir ev için hayvanın değeri büyük.
Büyük de ne?
O evdeki kadınlar için ne? Erkekler için ne? Çocuklar için ne?
Adama sorarsın “bize ahır desteği vermeyin kardeşim, para verin buradan gidelim, İzmir’e gidelim, güvenlikçi olurum, hanım da gündelikçi olur” der; kadına, çocuğa soran var mı?
Evdeki engellilerin durumu ne olacak?
Yaşam ve geçim koşullarının yeniden inşası çok riskli ve zor iştir. Mahalle mahalle değil, hane hane de değil, birey birey çalışmak gerekir.
Mesele, ‘hemen – şimdi’ binayı inşa etmekle bitmiyor, hayatı restore etmek gerek. Kent dediğin, hayatın kendini var etmesine, kendini üretebilmesine fırsatlar sunmalı, oradaki var oluşu ayakta tutup, anlamlı kılan ruh olmalıdır.
Anadolu evinin parçası olan ‘hayat’ı unuttu, çimentoyla inşa edilene hayat denilme gibi bir yanılgı içindeyiz. Umarım bu defa, hep birlikte, bir akılcı çözümü üretiriz.
Zor ama şart.