Hipokrat ve Galen
Antik Anadolu tıbbının, tıp tarihi açısından en önemli doktorları, kuşkusuz Hipokrat ve Galen’di.
Bu yazımda kendi topraklarımızda yetişen bu iki doktordan bahsetmek istiyorum. Eğer oniki adalar İtalyanlar tarafından Yunanistan’a verilmeseydi, Kos yani İstanköy Adası da Türkiye sınırları içinde olacaktı. Tarih içinde, sanki Yunan ve Roma karşılaştırması yapmış olacağız, tabi Hipokrat’ın çok daha önceden yaşadığını unutmayarak..
Doktor babasının yetiştirdiği Hipokrates (MÖ 460-377), Yunanistan ve Mısır’ı dolaşmış, Anadolu’nun kuzey illerinde doktorluk yaptıktan sonra, İstanköy adasına dönerek doktorluğunu sürdürmüş ve Larissa (Yenişehir) de ölmüştür. Eski İyonya’da bilimsel gelişme ve felsefeyle de bağlı olan doktorluk, Hipokrates’le en üst noktaya ulaşmıştır. Platon, “Phaidros” adlı yapıtında Hipokrates’e değinerek onun tıbba felsefi bir yaklaşım getirmiş bir Asklepiades olduğunu ve insan bedenini bir bütün olarak ele aldığını anlatır. Aristoteles’in öğrencilerinden Menon da yazdığı tıp tarihinde Hipokrates’in temel hastalık kuramı, yanlış beslenme sonucunda sindirilemeyen bazı artıkların buhar çıkardığı, bu buharların bedenden atlamayarak hastalıklara yol açtığı biçimindedir. Hipokrates’in yazdığı kabul edilen “Corpus Hippocraticum” adlı yapıtta, batıl inançlar ve büyülü şifa yöntemleri reddedilerek bir bilim dalı olan tıbbın temel ilkeleri öğretilir. Bazı hastalıkları ise ilk kez Hipokrates tanımlamıştır. “Çomak parmak” adlı hastalığa “Hipokrat parmaklan” denmesinin nedeni de budur. Tanımladığı başka hastalıklardan biri de akciğer kanseridir.
Hipokrat zamanına gelene kadar hastalıklar kötü ruhların, cinlerin yaptıklarına atfedilir veya insanlara kızan tanrıların onlara gönderdikleri bir ceza olduğu sanılırdı. Hipokrat bütün bunlara karşı çıktı ve hastalıkların daima doğal nedenlerden iler geldiğini iddia etti.
Hipokrat, dine veya diğer her türlü dogmaya ve bu inançlardan gelen tıp teorilerine inanmıyordu.
Hipokrat Epidemics, V. kitapta doğanın yenileyici gücünü şöyle anlatmaktadır:
“Doğa hastalıkların hekimidir”.
Hipokrat metodunun prensipleri şu şekilde özetlenebilir:
1. Tümünü gözle
“Hiçbir şeyi şansa bırakma, hiçbir şeyi göz ardı etme, karşıt gibi görünen durumları da not et ve yeterli zaman tanı”.
2. Hastalıktan çok hastayı incele
Hipokrat’a göre her insan her hastalığa aynı tepkiyi vermez. Hastanın çevresi, hayat tarzı onun hastalığının durumu ve nasıl iyileşebileceği üzerine bilgi verir.
3. Dürüstçe davran
4. Doğaya yardım et
Tedavileri temel metodu doğaya benzemelidir. Hekimin temel amacı vücuttaki doğal güçlerin uyuma ulaşması ve böylece sağlığa ulaşmayı sağlamak için gerekli koşulları oluşturmaktır.
Hastalıklarda temel iki prensip vardır: “yardım et veya en azından zarar verme”.
Hipokrat’ın “Hiltlar” veya “Beden sıvıları” kuramını (Theorie Humorale) kurmasına zemin teşkil etti. Hipokrat önce evreni oluşturan 4 unsurun özelliklerini belirtti.
· Hava: Sıcaktır
· Toprak: Soğuktur
· Su: Nemlidir
· Ateş: Kurudur
Bedende de 4 sıvı vardır. Bunlar:
a) Kalpten gelen Kan,
b) Beyinde bulunan Balgam,
c) Karaciğerde bulunan Sarı Safra
d) Dalak ve midede olan Kara Safra
O dönemin inancına göre yediğimiz, içtiğimi gıdalar Kan, Kara Safra, Sarı Safra ve Balgama dönüşürlerdi.
Ancak Hipokrat okulunun pek çok eksiği vardı: Öncelikle, anatomi eksikti ve dolayısıyla hastalık ve yaralanma üzerine çok az şey biliyorlardı.
Diğer bir eksiklik ise, izle ve gör metodunun benimsenmiş olmasıydı. Bu nedenle doğru teşhisin yapılamaması ve tedavide bir çeşit boş vermişlik gözleniyordu.
Netice itibariyle, Hipokrates hekiminin görevi doğanın iyileştirici kudretini kullanmaktı ve tedavi, bu husus göz önünde bulundurularak yapılmaktaydı. Böylece hekim, tedavide müshillerden, kusturuculardan, açlık perhizinden ve hatta kan almadan faydalanacağı gibi iyileştirmenin doğal olarak meydana gelmesi için acıyı dindiren, gevşeme, rahatlık veren banyolar, masaj, arpa suyu, şarap, bal enfüzyonları tavsiye etmekteydi. Hastanın ruh sağlığı da ayrıca hekimin ilgisi dâhilindeydi.
“Hayat kısa; sanat uzun; olay ani; tedavi riskli; kayıp ağırdır. Bir hekim için önemli olan yalnızca tedaviyi uygulamak değil, hastanın kendisi, yakınları ve çevresi düşünülerek de tedaviyi gerçekleştirmektir”.
“Hekimin görevi nadiren iyileştirmek, çok kere ağrısını dindirmek, fakat her zaman için teselli etmek ve ümit vermektir.”
Platon Hipokrat’ın temel yaklaşımını şu şekilde belirtmiştir:
“Bir gözü iyi etmek için kafa hatta tüm vücut iyileştirilmelidir”.
Galenos’ a (Cladius Galenos) gelince, M.S. 129’da yani Hipokrat’ tan 500 sene sonra, Anadolu’daki büyük kültür merkezlerinden biri ve Roma İmparatorluğu’nun en zengin bölgesi olan Pergamon’da (Bergama) doğmuştur. Bir mimar olan babası Nikon sayesinde Galenos, varlıklı ailesinin ona sağladığı bütün ayrıcalıkları kullandı. İlk çalışmaları Yunan dili, retorik ile felsefe hakkındaydı ve bunlarla Aristoteles’in eserleri üzerine otorite oldu. On altı yaşındayken tıp öğrenmeye başladı.
Önce Bergama’da seçkin bir hekim olan Satyros ile çalıştı. Sonra Smyrna’da (İzmir) anatomi öğrendi. Daha sonra Korint’e ve önde gelen tıp merkezlerinden bir yer olan İskenderiye’ye gitti. On iki yıl süren bu uzun tıp eğitimi alışılmış bir durum değildi ve onu tüm Yunan ve Romalı hekimlerden ayrı bir konuma getirdi.
Yirmi sekiz yaşında Bergama’ya dönen Galenos, Asya’nın başrahibi tarafından bir gladyatör okuluna cerrah olarak atandı. Galenos, bu görev sayesinde anatomik bilgi ve deneyimini genişletecek şekilde çok sayıda yara görmüş, operasyon yapmış, diyet ve egzersizde uzmanlaşmıştı. M.S. 162’de Roma’ya gittiğinde, çoktan ünlü bir filozof hekim olmuştu ve başkentte kaldığı sürece hem iyi bir pratisyen, hem de mükemmel bir tıp bilgini olarak ününü sağlamlaştırdı.
Büyük çabası ve başarısı onun Marcus Aurelius’un hekimi pozisyonuna getirdi. Yazdığı 83 tedavi metodu günümüze kadar ulaşmıştır.
Galen çağının bilimi gereğince hem hekim, hem de kimyacıydı. İlaç/iyileştirici anlamına gelen Latince kelime “medicina”dır. O dönemde henüz eczane türü dükkânlar yoktu; sadece bitki ilaçlarının satıldığı apothek’ler vardı.
Galenos ilk deneysel fizyolog olarak kabul edilmektedir.
Bir gün zehirlere karşı bağışıklığın mümkün olabileceğine inanmıştır.
Prognozda (hastalığın seyrini tahmin etme) zayıf olmakla birlikte, diyagnozda (teşhis) parlak olduğu anlaşılmaktadır.
Anatomi bilgisi, insan iskeletleri üzerine yaptığı incelemelerle, gladyatörler üzerine yaptığı ameliyatlarda edindiği deneyimlere ve hayvan kadavralarında yaptığı incelemelere dayanır. Ancak hayvanlarda gözlemlediklerinin insanlarda aynı olduğunu düşünme yanılgısına düşmüştür.
Cerrahideki ameliyatları iki başlık altında toplamıştır:
· Ayırma; Basit kesiler, sünnet, amputasyon, dağlama, kazıyarak temizlemedir.
· Yaklaştırma; kırıkların redüksiyon ve sarılması, dışarıya çıkan bağırsakların, rahmin ve rektumun yerine geri konulması, doku eksikliklerinin yerine konmasıyla gibi konuları kapsar.
Cerrahide ayrıca Laudablepus görüşünü öne sürdü. Buna göre yaraların kapanması için önce irin teşekkülü arzulanırdı; çünkü ancak bu sayede yara iyileşip kapanabilirdi. Bu yanlış görüşün etkisi uzun zaman sürdü.
Galen’in çalışmalarının 150 yıl kadar ağırlığını koruyabilmesinin nedenleri;
1- Ortaçağın henüz oturmamış şartları otoriteye ve katiyete özlem duyuyordu.
2- Galen’in dogmatik ve didaktik stili ve hiçbir soruyu cevapsız bırakmaması mutlakıyete olan bu özlemi gideriyordu.
3- Teolojik fikirleri Hıristiyan kilisesi tarafından benimsenmesini kolaylaştırdı. Vücudu ruhun durak yeri olarak kabul ediyordu. Ruhun ölümsüzlüğüne inanması Yahudi –Hıristiyan – Müslüman dünyasında sevilip tutulmasına neden oldu.
4- Ansiklopedik düzenlemeleri tıbbi bilgi için hazır kaynak teşkil ediyordu.
5- 16. YY.’da Rönesans’ın anatomisti Vesalius otoritenin temellerini sallayıncaya kadar hiç kimse ona eşit olamadı.
Galenos’un yazılı çalışmalarının büyük bir kısmını kendisinden önceki eserlerin, özellikle de Hipokrates’in yazılarının yorumu oluşturuyordu. Aslında çalışmalarına kalıcı bir önem yükleyen temel başarısı, tıbba bir düzenleme getirmesiydi. Onun tıbbın bütününü kavrama ve doğruları bir araya getirerek sentez yapma yeteneği vardı.
Galenos, tıp için mantığa dayalı bir sistemin gerekliliğini savunurken, aynı zamanda, hastaları birey olarak iyileştirmenin değerini de arttırmıştır. Saygı duyduğu eski tıp otoritelerinin hiç birini gözü kapalı benimsememiş, daima kendi araştırmalarına uygun olarak onların vardığı sonuçları düzeltmiş, yenilemiş ve değerlendirmiştir. Tıbba en önemli katkısı, uzun eğitimi süresince yoğunlaşmış olduğu anatomi ve fizyoloji alanlarında olmuştur.
Galen’in anatomi üzerine yaptığı çalışmalar etkili olduğu kadar hızlı bir ilerlemenin de ilk adımlarıdır. Ancak Orta Çağ’daki öğrenciler Galen ‘in bulgularını doğrulamayı düşünmedikleri için bu ilerleme gerçekleşememiştir. Öğrenilen bulguların kontrol edilmemelerinin nedeni; kadavra üzerinde çalışmanın hem Hıristiyanlar, hem de Araplar tarafından yasaklanmasıydı. Böylece Galen’in gözlemleri Rönesans’taki yeniden doğuşa kadar rakipsiz kaldı.
Sinirlerin işlevini incelemek için, sinirleri kesmiş ve böylece boyun sinirlerinin kopması sonucu omuz kaslarının nasıl felç olduğunu görmüştür. Aynı şekilde yaptığı deneylerle, gırtlak siniri kesilince sesin kaybolduğunu keşfeder. Kalbe giden sinirleri keserek kalbi durdurur ve böylece sinirlerin beyinden değil de kalpten çıktıklarına ait eski inanışa son verir.
Galen atar ve toplardamar sistemlerinin kapalı ve birbirlerinden ayrı sistemler olduklarına inanmıştı.
Galenos, tahminen M.S. 210’da öldü. Zengin ve başarılı bir hekim olduğu halde anısına yapılmış tek bir heykel bile olmaması şaşırtıcıdır. Alışılagelmiş olduğu üzere varlıklı insanlar tarafından onun için yazılmış övgü kitabeleri de yoktur: ne Bergama’da ne de başka bir yerde.. Bu da muhtemelen pek sevilip sayılmadığını göstermektedir..
Halka açık dersler vermesine ve eserler yazmasına rağmen, bilgisini başkalarına aktarma arzusu duymamış gibi görünmektedir. Zira hiç öğrencisi olmamıştır.
Galen Hıristiyan olmadığı halde tek tanrıya inanır, bedenin de ruhun bir aracı olduğunu düşünürdü. Bu nedenle hem kilise hem de Arap ve Yahudi bilginleri tarafından kabul edilmesi son derece kolay oldu.
Daha sonra milattan sonra ikinci yüzyılda, hekim Galenos bu doktrine dört mizacı ekleyerek genişletti ve insanları:
· kanlı (sıcak ve cana yakın);
· flegmatik (yavaş hareket eden uyuşuk ve miskin),
· melankolik (üzgün, durgun), ve
· kolerik (çabuk kızan, çabuk tepki gösteren )
olmak üzere dört sınıfa ayırdı. Bu sınıflandırma, dört vücut sıvısı ve Hipokrat’ın dört niteliği ile tıpta on yedinci yüzyıla kadar kullanıldı.
Galen’in anatomi alanındaki sorgulanamazlığının kırılması Leonardo da Vinci’nin çalışmaları sayesinde oldu. Leonardo, ressamlık, mimarlık ve mekaniğin yanı sıra anatomiyi de kapsayan değerli yapıtlar bıraktı geride. Bunun sonucu olarak öncü bir anatomist olarak kabul gördü.
**********
M.Ö. 4. Yy.dan M.S. 2. Yy.a, oradan günümüze gelirsek, tıbbın teşhis ve tedavi yöntemlerinin geometrik bir artış ile bize yarar sağladığını görebiliriz. Başlangıçtaki en büyük eksik, Ortaçağ sonuna kadar dinler yüzünden anatominin incelenememesidir. Galen bile anatomiyi tam çözemeden fizyolojiyi devreye sokmuştur. Sonuçta tıpta ilerleme, anatomi desteği olmadan yavaş ve hatta yanlış gelişmiştir.
Son yüzyıllarda teşhis yöntemleri arttıkça ayırıcı tanının önemi anlaşılmış, eskiden anlaşılamayan birçok hastalık tanımlanabilmiştir. Buna karşılık biz doktorların ayrılmaması gerek doktrinleri ise hiç değişmemiştir:
“Primum non nocere”
Yani
“Önce zarar verme.”