Hocalık Denen Milli Mesleğimiz
Bu konuyu ilkin ben de çok önemsememiştim. Sonra bir baktım ki, kimsenin yıllardır çözemediği “Bu ülkenin eğitim sistemi ne olacak?” sorusunun yanıtlarından biri elimizin altında. Üstelik de çok kolay yapması, size de izah edeyim:
İlkokuldan mezun olduğumda, birisinin bana artık büyüdüğüm için öğretmenlere “öğretmenim” değil de “hocam” şeklinde seslenmem gerektiğini söylediğini anımsıyorum. Sahi, neydi o bir ağızdan “öörtmenim, öörtmenim”ler? Söylemesi de zor, dört hece öğ-ret-me-nim. Oysa “hocam” öyle mi, iki heceyle işi çözüyorsunuz, üstüne üstlük büyüdüğünüz de tescilleniyor. Zaten anne, baba gibi önemli isimler bütün dillerde en fazla iki heceli değil midir?
Öğretmenimden, hocama geçişimin mutluluğu epeyce bir sürdü. Sonrasında ‘hoca’larımın sadece bir tanesini ilkokul öğretmenim kadar sevdim. Yine de arada rastladığım ilkokul öğretmenime seslenmekte zorlandığım hâlâ aklımda. Artık büyüdüğüm için “öğretmenim” demek olmaz; “hocam” demek hiç olmaz, o bir ilkokul öğretmeni. Öğretmenim sözcüğü artık tarihe karışmıştı.
Üniversiteye başlamamın ilk haftası, bir mezunu olarak yengem beni ODTÜ’ye gezmeye götürdü. Nizamiyedeki görevli ile konuşurken ona “Tamam hocam,” dedi. Şaşıracağımı hesap etmişti: “Biz ODTÜ’ler,” dedi, “Birbirimizi hocam diye çağırırız”. Bu bir çeşit demokrasiymiş, saygıymış falan, onları anlattı. Yine de bana garip geldi. Hiç bir zaman nizamiyedeki görevlileri “hocam” diye çağıramadım. Hani onların bana mutlaka öğreteceği en azından birkaç yaşam dersi vardır, onları aşağı gördüğümden değil de, herkese “hocam” diyemediğimden. Tüm Ankara hikayem ODTÜ’lü öğrencilerin birbirine “Hocam bak şimdi…” şeklinde başlayan konuşmalarını dinlemekle geçti. Her defasında şaştım. Arkadaşlarıma da hiç bir zaman “hocam” diyemedim
Üniversitedeyken hem Türk hocalarımız vardı, hem de Amerikalılar… Onlara nasıl hitap edeceğimizi bilemezdik. “Hocam” desek anlamazlardı, onların alışık olduğu şekliyle yani isimleri ile çağırsak bize uymazdı. Biz de akademik unvanı ile çözmüştük işi: Kendisine “Profesör Davenport”, aramızda söz ederken de aynı hepsinde yaptığımız gibi; sadece ilk ismi.
Doktora yaptığım sırada, tez hocama ismi ile hitap etmem gerekti. Âdet böyleydi ecnebi ülkelerde. Biraz zorlansam da becerdim, dahası öylesine alıştım ki, doktorayı bitirmeme yakın ders verdiğim Türkiye’deki yüksek lisans öğrencilerine –hepsi çalışarak okuyan yöneticilerdi; yani yaş ortalamaları bana çok yakındı– beni ismimle çağırabileceklerini söyledim. Bu hiç sıcak karşılanmadı. Aynı yaşta, hatta daha büyük de olunsa, bir hocaya ismiyle hitap etmenin hakaretle eş değer tutulacağını hiç tahmin edemezdim doğrusu. Bir daha da bunu hiç bir öğrencime teklif etmedim. Hocam şeklindeki seslenişin öğrenciyi de rahatlattığı kesindi.
Türkiye’deki hocalık kurumuna tam uyum sağladığım bir ara yurtdışında ders vermeye başladım. Bu sefer tekrar hocadan Taçlı’ya tebdil-i rütbe gibi olmuş, yadırgamıştım bile. Sanki eskiden öğrencilere kendisini ismiyle çağırmalarını teklif eden başka biriydi.
* * *
Oldukça baskın bir kültürümüzün olduğunu ancak yurtdışında yaşayıp, yemeği, gelenekleri, hatta ülkede şikayet edilen her ne varsa özleyenler fark etmiştir. Kolay kolay, aynı Hintliler, Çinliler ve İtalyanlar gibi âdetlerimizi, geleneklerimizi bozamayız. Bir bakalım yaşamımıza, farkına varmadığımız en önemli geleneklerimizden biri bize bir şey öğreten herkesi “hocam” olarak nitelemek; örnekleyelim ve birer cümle için de kullanalım:
Ameliyatı yapan cerrah bir üniversitede ders vermese de ‘hoca’dır: “En iyi ameliyatı bu hoca yapar dediler.”
Hastanelerde bütün doktorlar ‘hoca’dır: “Bekleyin, hoca az sonra gelecek.”
Mahalle camimizin imamı ‘hoca’dır: “Hoca bugün ne güzel ezan okudu.”
Yoga kursunun eğitmeni ‘hoca’dır: “Ondan iyi yoga hocası yok. Hindistan’da öğrenmiş yogayı.”
Satış teknikleri kursunun eğitmeni ‘hoca’dır: “Satışı bu hocadan öğrendim.”
Fizik tedavi merkezinde, yaşı kaç olursa olsun kıdemli terapistler ‘hoca’dır: “Bir de hocaya danışalım”.
Yaşamını okuyarak ve öğreterek geçiren tüm akademisyenler ‘hoca’dır. “Hoca yine çok zor sordu!”.
Ehliyet kursu eğitmeni ‘hoca’dır: “O hoca olmasaydı, ehliyeti alamazdım.”
Bizler bize bir kelime öğretenin, bin yıl kölesi olmak üzere yetiştirilmiş bir kültürün evlâtlarıyız. Hocam demeyeceğiz de ne diyeceğiz bize şoförlük gibi yanlış öğretilmesi halinde cana mala kast edecek bir mesleği öğretene? Bir akademisyen o konuyu yanlış öğretse, en fazla bir-iki kez yanlış yapar öğrenci, sonra da ona kızarak yanıtını kitaplardan öğrenir. O halde araba kullanmak gibi kritik bir işi öğreten, tabii ki, hayda hayda hocalığı hak eder değil mi?! Yanıtınız evetse, o zaman eğitim sistemimizdeki sorunlardan da yakınmayacaksınız.
* * *
obedienceAslında tüm bunlar kültürümüzün otorite ile olan ilişkisinin yansımalarından başka bir şey değil. İtaat, biat, otoriteye koşulsuz saygı… Dahası tüm bunların toplumda bulaşıcı olduğu malûm. Sosyal psikolog Milgram II. Dünya Savaşı sonrası toplama kamplarındaki savaş suçlularının “Ben sadece görevimi yerine getirdim” şeklindeki savunmalarında ısrar etmeleri üzerine yaptığı deneylerde otorite karşısındaki itaatin en zorlayıcı koşullarda bile kaçınılmaz olduğunu kanıtlamıştı. Ancak deney sonuçlarına göre iyi haber, tek bir kişinin desteklemesi ya da engellemesi halinde yanlış bir davranış gelişebiliyor ya da durdurabiliyordu. Demek herkes üzerine düşeni yaparsa, yanlışlar biraz olsun iyileşebilir.
O zaman belki de şu eğitim sistemimizi iyileştirmenin yolu en baştan kimi “Hoca” diye çağırmayı seçmemizden geçiyordur? Belki de en baştan harcıâlem herkesi otorite olarak kabul etmezsek, eğitimde de bazı değerler yerli yerine oturmaya başlar? Haydi biraz ileri gideyim, belki de otoriteye ilk baş kaldırışımız ve özgürleşmemiz de ancak bu şekilde olur? Milgram deneyinde tek bir kişinin bile birçok şeyi değiştirebileceği ispatlandığına göre, belki “hocam” yerine kibarca “hanım” ya da “bey dersek, kimseyi özellikle de gerçek öğretmenlerimizi ya da hocalarımızı incitmemiş oluruz?
İyi tarafından bakalım, her gördüğümüzü “hocam” diye çağırmak belki de öğrenmeye duyduğumuz açlığın da bir yansımasıdır. Gerçekten de değerlerimize uyumlu olduğu sürece çabuk değişen, öğrenmeye aç bir kültürümüz var: Örneğin cep telefonları ve sosyal medya kullanımında dünyada her zaman ilk sıralardayız. Bu açıdan belki küçük bir şeyi değiştirmekle başlayabilir her şey: Bize her “bir şey” öğretene “hocam” dememekle, misâl.
Millî mesleğimiz elimizden gider ama belki gerçekten hoca olmayı hak edenler ve eğitim sistemimiz bir kez olsun kazanır.