İçindeki
Günlerdir karnında bir ağrı vardı… Düzensiz yemek ve uzayan mesai saatleri ile fast food’a boğulmuştu. Sabah kahvaltısı bir kahve, bir sigara ve eline geçen bir ekmek arası öğütülecek lezzetsiz yiyecek üçgenindeydi…
Karnında oluşan şişkinlikleri mide asit önleyiciler ile gidermeye çalışıyordu. Ofiste herkeste görülen sindirim sistemi rahatsızlıkları zincirine sonunda o da eklenmişti…
Bir de sinir stres içinde, yazın sıcağında klimasız ofiste çalışırken yedikleri zılgıtlar, memnun olmayı çoktan unutmuş yöneticiler ile uğraşması da işinin cabasıydı…
“Neden uğraşıyorum ki bu kadar?” diyordu her gün kendine… “Neden hala aynı tatsız ve isteksiz iş yerinde çalışmak için kalkıyorum yataktan ve çıkıyorum evimden?” diyordu.
İş aramamış mıydı? Her gün arıyordu… Şefin ve Müdür Yardımcısı’nın her fırçasından sonra en az 15 dk geziniyordu iş bulma sitelerinde… Ama istediği gibi bir ortam, iş, maaş, statü vs… bulamıyordu.
Yaşamını ele geçiren bu yerde o firmanın ayrılmaz bir parçası, Müdürü’nün işkolizminin her gün bir başka hücresini ele geçirmesinin verdiği paniği sessiz ve sakin bir biçimde kabulleniyordu…
Her gece daha bir uykusuz her gün daha bir mide ağrıları ile geçer olmuştu günleri… Bir önceki hafta ile yaşamını karşılaştırdığında “geçen hafta ağrılarım daha azdı” diyebiliyordu sadece bir sonraki hafta gelecekleri seviyeyi düşünmeyerek ve görmek istemeyerek…
Yaşamının sabitliği önce fiziki sonra da ruhi olmuştu… Artık aldığı kiloları hiç veremeyecekmiş gibi hissediyordu… Haftasonu yaptığı sporları da artık üşendiğinden, hafta içindekileri de yorgunluklarından yapmak istemiyordu… Haftasonu onun için; tüm gün gözlerini tavana dikip yataktan çıkmadığı kimse ile telefonda bile konuşmadığı kendinle başbaşa geçirdiği saatler topluluğuydu… Geleceğinden endişeliydi… Midesinde yine ağrı hissetti; ağzına bir ilaç daha attı…
Her gün yetiştirmesi gereken yeni projeler, teklifler, işler yığını masasının dışına taşmış onu bekliyordu… Firmaya geldiğinde masasına ne kadar geç giderse o kadar mutlu oluyordu… Bazen iş yığınları onu çay ocağında veya son sigarasını içtiği plaza kapısında yakalıyordu…
Yine ofisteydi, eş zamanlı yetiştirmesi gereken projelerden biri üzerinde çalışıyordu… Bir yanda mide ağrısı, bir yanda ruhundaki sızı atbaşı yarış halindeydiler… Sanki yediklerini öğütmüyordu midesi…
Masa telefonu çaldı… Müdür Yardımcısı yanına gelmesini istiyordu… Ceketini giyip kravatını düzeltti. Ofis koridorunda diğer masaların yanında hayalet sessizliğinde ve görünmezliğinde geçti… Müdür Yardımcısı’nın odasına yaklaştıkça içerden yüksek sesli konuşmalar geliyordu… Kapıyı vurduğunda da seslerde kesilme bile olmadı.
Odaya adımını attığında askerdeyken kaldığı bir çatışma ortasındaymış gibi hissetti kendini… Bir tarafa kaçıp mevzilenmeliydi. Ateşin nereden geldiğini bulmalı ona göre kolay hedef olmayacak şekilde korumalıydı kendini… Ama her taraftan ateş geliyordu… Ve elinde hiç silah yoktu… O an oraya “yem” olarak çağırıldığını hissetti…
Mutlu olmayı yaşamının hangi geçmiş yılarında bıraktığını bile hatırlamayan Müdür Yardımcısı yine yanardağ misali içindeki zehri odanın her yerine dağıtıyor, eritiyor, yakıp yıkarken etrafındakilerin kaçmalarına, kendilerini korumalarına izin dahi vermiyordu…
Sonunda anlamıştı… Bunca lav onu ve etrafındakileri yakacaktı… Ama önce havadaki oksijensizlikten öleceğini düşündüğünden acı çekmeyeceğini düşünmeye başlamıştı… Ta ki midesindeki o tekmeyi hissedene kadar…
İki büklüm olduğu an gözleri kocaman açılmıştı… Ne olduğunu anlamaya çalışırken midesinden ikinci tekme gelmişti… Ne oluyordu? Anlayamıyordu bir türlü…
Üçüncü tekmede daha fazla dayanamadı; artık yerdeydi… Hemen karşısındaki yanardağ anlamsız gözlerle ve masasının arkasındaki mevzisinden yerdeki haline bakıyordu. Gözleri kararıyor, midesinde spazmlar oluşuyordu.
Tam o anda ayağa kalkabilecek gücü hissetti bacaklarında… Terlemişti… Yavaşça ve sanki odaya hiç girmemişçesine kalkıp bir yerde durmayı düşledi. Ayağa kalktığında odadaki diğer kurbanların acı bakışları altında birden yanardağa doğru yöneldi. Masasının üzerine doğru kusar gibi bir hareket yaptı…
İşte tam da o anda yanardağ durdu… Ama o durmadı… Hala kusma refleksi ile sarsılan bedeninden koca bir kütleyi çıkarttı masanın üzerine…
Her yeri dikenli çıkıntılar ile dolu bir kaya parçasıydı… Ağzı ve üstü-başı kan içindeydi… Midesinde bu koca kayayı nasıl barındırmıştı? Nasıl çıkartmıştı hiç anlamıyordu… Sanki Alien filminin setindeydi… Herkes uzaklaştı birden etrafından ve baka kaldı masanın üzerindeki dikenli kayaya…
– “Bu ne?” diye sordu yanardağ…
– “Bu??? Sizin efendim” diyebildi…
– “Anlamadım?” dedi Yanardağ…
– “Bunca gündür bana söylediğiniz, yuttuklarım, söylemediklerim, söyleyemediklerim… Hepsi işte bu”…
– “????”
Yavaşça kapıya doğru döndü. İlk adımı çok zor attı. Ama fark etti ki hafiflemişti… Midesinde o ağrı, şişkinlik, gaz yok olmuştu.. Gülümsedi…
Odadan ter içinde çıkarken kapıyı olanca gücü ile vurdu… Tüm ofis, tüm şirket, tüm bina ve plaza sallandı…
Sallantı ile herkes iki büklüm oldu ve kusma refleksi ile alacakaranlık bir domino etkisi başladı…
Herkes masalarının üzerilerine dikenli kayalar, ergimiş lavlar, sivri metaller, içimsiz maddeler çıkarttı içlerinden… Kendini toparlayan içinden çıkanı alıp Yanardağın odasına koşuyordu…
Çok kısa süre sonra yanardağının kapısı, önüne konanlarla kapandı; ve bir daha hiç açılmadı…