İnsanın Hürriyeti Meselesi
Hür irade var mıdır?
Bir başka deyişle, insan, hiçbir dış gücün etkisi altında kalmadan karar veren bir “kendisi”ne sahip midir?
Bilmiyorum. Bilen olduğunu da düşünmüyorum. Bununla birlikte, bu soruya verilecek cevabın, tanrı kavramını algılayışımızdan bağımsız olmadığını biliyorum. Daha açık ifade edecek olursam, hür irademizin olup olmadığı sorusunun cevabının, doğrudan tanrının var olup olmadığına ve eğer varsa niteliklerine bağlı olduğunu düşünüyorum.
Tanrının varlığını ve niteliklerini tartışmak bu makalenin işi değil. Dolayısıyla, hür irademizin olup olmadığına da bu makale herhangi bir cevap getirmeyecek. Bu çalışmanın hedefi, tanrının varlığı sorusuna getirilebilecek muhtelif cevapların, hür iradenin varlığı sorusununkileri nasıl etkileyeceğini ele almak ve böylece mukayeseli bir tahlil yapmak. Bu tahlili yaparken, bir önkabulüm olacak: Madde dünyası nedensellik ilişkisi üzerine kuruludur. Bir başka deyişle, evrende maddeye dair her sonucun bir sebebi vardır. Aynı sebep, tıpatıp aynı şartlar altında, her zaman aynı sonuca yol açar. Yani, evrendeki maddi her değişim, evrenin kanunlarına uyarak ortaya çıkar.
İşte bu önkabul altında, ortaya atıp, sırasıyla tartışacağımız iki önermemiz olacak:
(i) Hür iradenin varlığı için tanrının varlığı gereklidir.
(ii) Hür iradenin varlığı için tanrının varlığı yeterli değildir, tanrının niteliklerine bağlıdır.
Hür iradenin varlığı için tanrının varlığı gereklidir. Bunun mefhum-u muhalifi, eğer tanrı yoksa hür iradenin de olamayacağıdır.
Böyle bir önermeyi tartışmadan önce, “tanrı var” ya da “tanrı yok” ifadelerini tanımlamak gerekir. “Tanrı var” derken kastedilen, tanrıya herhangi bir vasıf atfetmeksizin, evrende maddenin dışında bir kavramın/gücün varlığıdır. Yani evren maddeden ibaret değildir. “Tanrı yok” ifadesiyse, materyalist bir evren tasavvurudur. Buna göre, evren maddedir. Evrendeki herşey, maddenin basit ya da karmaşık formlarıdır.
İlk önermemiz, yaptığımız bu tanımların doğal bir sonucu olarak ortaya çıkıyor: Eğer tanrı yoksa, yani evren maddeden ibaretse, nedensellik ilişkisi dolayısıyla, madde dünyasının her anı, evrenin değişmez kaideleri çerçevesinde, bir sonraki anını tespit edecektir. Aynı her anının, bir önceki anı tarafından tespit edilmiş olduğu gibi. Bunu ezele kadar geri götürmek mümkündür. Dolayısıyla, evrenin, ezelden yazılmış bir kaderi vardır. Bu kaderin yazarı da madde ve maddenin tabi olduğu kurallardır. İnsan da buna istisna teşkil etmez çünkü zihin ve bilinç de neticede maddenin karmaşık formlarıdır.
Ne var ki tanrı vardır – evren maddeden ibaret değildir- demekle de hür iradenin varlığını teminat altına almış olmayız. Yarattığı herşeye ezelden ebede hükmeden bir tanrı fikri hür irade kavramıyla çelişir. Nitekim, teist din felsefelerinin bu konuya yaklaşımlarının çoğunda da bu çelişme görülür. Bu yaklaşımlar, tanımları itibarıyla, mutlak kaderci olmak zorundadırlar: Evrendeki her türlü değişiklik, bireyin iradesine bağlı olmadan, önceden planlanmıştır. Yani insan hür değildir. Bu esareti, klasik teist yaklaşımın içinde kalarak aşmak mümkün değildir. Her ne kadar bunu aşmaya yönelik birtakım ortayolcu formüller varsa da insana hürriyet veren her adım, klasik teizmin temel önermeleriyle çelişir. Bunu tipik örneği, aslında bireyin de iradesi olduğunu öngören irade-i külliye ve irade-i cüzziye ayrımıdır. Herşeye hükmeden tanrı fikrinin doğal bir sonucu olan hür iradenin yokluğu, semavi dinlerin cennet-cehennem fikriyle tenakuz halindedir. Benim her yaptığım tanrının kontrolü altında olduğuna göre o zaman bunlardan dolayı ödüllendirilmem ya da cezalandırılmam anlamsız olmaz mı?
Bazı teist yaklaşımlar, düştükleri bu mantıki çelişkiyi aşmak için, temel önerme olan “her şeye hükmeden tanrı” fikrinden vazgeçmeden, bireye de bir irade vermek yolunu tutmuşlardır. O halde, hoşgeldin irade-i külliye, hoşgeldin irade-i cüzziye. Ne var ki bu iki kavram, iyi niyetli bir temenni olmanın ötesine gidememektedir. Zira mantıken çelişme halindedirler. Tanrının iradesi mutlaksa, benim iradem olması mümkün değildir. Benim iradem varsa, tanrınınki mutlak değildir. Meselâ, tanrının benim şu satırları yazacağımı önceden bilip bilmediği sorusuna verilecek cevap “hayır” ise, bu, tanrının mutlak irade sahibi olma özelliğiyle çelişir; yok eğer tanrı benim bunları yazacağımı biliyor idiyse, yani bunu yapacağım ezelde programlanmış ise, o zaman da benim “irade-i cüzziyem” hayalden öte değildir. Başka bir deyişle, tanrı bireyin seçimlerini ezelden beri biliyorsa, bireyin iradesi yok demektir. Bunun aksini desteklemeye çalışan her türlü yorum da mantığın temel ilkeleriyle çelişir. “Tanrı maddeyi yarattı, kurallarını koydu ve daha sonra hiç karışmadı” biçiminde özetlenecek bir deist yaklaşım da bu sorunu çözmez. Tanrının yokluğu durumunda madde tarafından yazılan kader, yarattıklarından ayrı düşmüş ve her şeye hükmeden bir tanrının var olduğu durumda da tanrı tarafından yazılmıştır.
Bu noktada akla gelecek doğal soru, hür iradenin varlığı fikriyle mantıki çelişme içinde olmayan bir yaklaşımın aranmasıdır. Meseleye tersten yaklaşacak olursak, hür iradenin varlığını öne sürdüğümüz anda, herhangi bir davranışımızın ezelde bilinip bilinmediği sorusuna vereceğimiz cevabın “hayır” olması gerekir. Sadece maddeden ibaret ve nedenselliğin hâkim olduğu bir evrende bu “hayır” cevabını verebilmek imkânsızdır. Bu soruya olumsuz cevap vermek, ancak, insanda herhangi bir kurala tabi olmayan bir unsurun varlığıyla mümkündür. Nedensellik ilişkisinin dışında kalan bu unsur, tanım itibarıyla, madde olmamalıdır. O halde, evrende maddenin dışında bir güç ya da kavram mevcut olmalıdır. Bu durum, bizi, doğal olarak, -nitelikleri tartışılabilse de- tanrının varlığı fikrine getirir. Ne var ki bu tanrının mutlak bir kudrete sahip olması ve insandaki madde dışı unsura hükmediyor olması da hür irade açısından tanrının yokluğuyla aynı sonucu verecektir. O halde, hür iradenin mevcut olması için, her insanda madde dışı bir unsurun var olması, üstelik bu unsurun tanrı tarafından kontrol edilememesi gerekir ki bu da bu unsurun tanrının kendisi olmasıyla mümkündür. Eğer hür irade fikriyle çelişmeyen bir teolojik yaklaşım arıyorsak, bunun adı panteizmdir.
Özetle, evrene dair bir yaklaşım eğer evrenin determinist olmasını gerektiriyorsa, burada hür iradeye yoktur. Meselâ, yalnızca maddeden ibaret ve nedensellik ilişkisine tabi bir evren, determinist olacaktır. Aynı, yarattıklarından ayrı düşmüş bir tanrının eseri evrenin olacağı gibi. Dolayısıyla, hür iradenin varlığı, evrenin determinist olmayan, rasgeleci unsurlar barındırmasıyla mümkündür. Bu da iki türlü olabilir: Madde dünyasındaki nedenselliği reddetmek ya da madde dünyasının dışında, herhangi bir kurala bağlı olmayan unsurların varlığını kabul etmek. Her iki yaklaşım da rasgeleci bir evrene yol açacağından, evrenin bilinemezliğiyle sonuçlanacaktır. Bu vesileyle hatırlatmak gerekir ki, rasgeleci bir evrenin bilinemezliği, determinist bir evrenin illâ ki bilinebilir olduğu anlamına gelmez. İnsanın özgürlük sorunuyla evrenin bilinebilirliği arasındaki ilişki başka bir çalışmanın konusu olabileceğinden, burada değinmeyeceğiz.
Bu makalede değindiğim çeşitli yaklaşımlardan hangisinin doğru olduğunu söylemek şüphesiz bu çalışmanın işi değil. Zaten bunların “doğruluğu, bir bilme değil inanma meselesidir. Tanrıya ve evrene dair soruların klasik mantığın yöntemleriyle ispata tabi olduklarını düşünmüyorum. Ne var ki, bunlardan herhangi birine inanıp kabul ettikten sonra, bu kabulün hür iradenin varlığı sorusuna olan etkilerinin ne olacağını formel mantığın yöntemleriyle tartışmak mümkündür. Makalemizin yapmaya çalıştığı da budur.
Kaynakça: http://www.historicalsense.com/Archive/Fener14_1.htm