İnsanın Temel Denklemi
Güçlü oldukça “iyi”, güçsüzleştikçe “kötü”.
İnsanın temel denklemi bu mudur?
İnsan aklının kendini en çaresiz, en sefil ve en güçsüz bulduğu durum ölümdür. Ölüm karşısında akıl, binbir şabalaklık içinde perişandır.
Çünkü, akıl bilir ki o vardır, kaçınılmaz olandır ve ne yaparsa yapsın, sonunda ona yenilecektir.
Düşünsene, herşeyi düşünen akıl, ölümü düşünemiyor bile. Çünkü, bilmesinin mümkün olmadığını biliyor.
Freud demiş ki, “kendi ölümümüzü hayal etmek gerçekten de olanaksızdır; bunu her hayal etmeye kalkıştığımızda, aslında o anda bile bir seyirci konumunda olduğumuzu algılayabiliriz”.
Pasif bir seyirci!
İşin “kötü” yanı (işte bak gördün mü, kötü dedim), ölüme doğru yöneliş de bir çürüme ve zayıflık evresini getirir ki, bu hale bazen “çirkin” dendiği de olur.
Baştaki denklemimize dönecek olursak, insan aklı kendini “iyi” olan pozisyonda, güvende tutabilmek, oradaki mevcudiyetini korumak için, güç ister.
Güç, ölümün beraberinde taşıdığı tüm korkulara karşı savaş için gerekir ona.
“Ölüm beklentisi, bize kim olduğumuzu gösterir” diyor Peter Koestenbaum.
Bu muhabbetin kendisi bile acıverir, kötü gelir, çirkindir.
Oya insan, aynı zamanda kendi içinden saf bir güzellik doğurabilir bir varlıktır da aynı zamanda.
Öyle ise, güzelliği keşfeden ve sürdüren bir güç/kuvvet de olmalıdır.
Devenin bacağını tutan, şu aklı çözmek, aşmak mümkün mü?
Ya da aklı hikmete bağlayıp, bilgelik okyanusunda onu hür kılarak, ölümü bilebilir hale gelmek mümkün mü?
Belki o zaman, ölümü ve onun getirdiklerini aşarak, bu iyi-kötü bataklığından çıkmak, korkuyu yenmek ve böylece savaşmak yerine sevmeyi-sevilmeyi tercih etmeyi bilebileceğiz.
Sonuç olarak, üstün insan=güçlü insan denklemi geçerli, lakin o gücü aşkın olabilmekte kullanabilen insan çıkarımı her zaman daha güzeldir.
Di mi ya?