felsefe taşı

İnsanın Yolculuğu

İnsanın Yolculuğu
Mayıs 19
16:09 2015

Sevgili okuyucu, geçen yazımda insanın evrimini ele almaya çalıştım. Ve sonraki birkaç yazım da insanın düşünce süreçleriyle ilgili olacaktır. Daha sonra başa dönüp büyük patlamadan sonraki evrenin geçirdiği aşamalara ve yine bir sıçrama yapıp organik bileşiklerden insana kadar olan süreçteki evrime de değinmek istiyorum. Ancak bu yazımda başlıktan da anlayacağınız gibi insanın ruhsal ve düşünsel yolculuğuna aklım erdiğince göz atmak istiyorum. Lütfen benden bu konuda ilerideki üstatlarım beni bağışlasınlar bir yanlış yaparsam.

İnsan daha önce değindiğimiz biyolojik ve kültürel evrim aşamalarından geçtikten sonra 150 bin yıldır içinde bulunduğu Homo Sapiens evrim aşamasında soyut düşünce deneyimini çok geliştirdi ve her şeyden önce neden burada olduğu sorusuna cevap aramaya çalıştı. Bu soruya önce dinler cevap vermeye çalışsa da onların yerini önce Antik Mısır’da-ve belki daha öncesinde- sonra Antik Yunan’da ve sonra 1000 yıllık karanlık dönemin ardından Orta Çağda felsefe ve ondan sonra bilim ve sonra bilim-felsefe aldı. Bu süreçte çok çeşitli kuruluşlar ve insanlar diğer insanlara bu neden sorusunun pratik uygulamaları hakkında bilgiler verdiler ve onlara pratikler yaptırdılar. Bu süreç her zaman bu sürecin karşısında olan ve iktidarı ele geçirilen güçlerce engellenmeye, yaftalanmaya ve baltalanmaya çalışıldı. Ancak günümüzde nedenini benim de bilmediğim-muhakkak bilenler var- bir şekilde özellikle 2000’li yıllardan itibaren ki, dikkat ederseniz hem yazılarımda hem konferanslarımdabuna çok vurgu yaparım; diziler, filmler, kitaplar, sosyal medya ve internet üzerinden insanlığı aydınlatma ile ilgili çok ciddi bir yayın artışı yaşanmaktadır. Bunun da bir nedeni olsa gerek diye düşünüyorum.

Özellikle doğu felsefelerine, yoga ve meditasyona olan dünya çapında ilgi ve bunların pazarlanması ciddi oranda artış gösterdi. Aynı dönemde kişisel gelişim kitapları artık çok satanlar arasına girdi. İnsanların üzerinde yapılan bu çalışmalar sonucunda neredeyse her insan bu kavramlarla haşır neşir olup değişik alanların ucundan kıyısından bu yolculuğa çıkmaya başladılar. İşte aynı dönemde televizyonun tüm dünyada büyük etkisi nedeniyle de olsa gerek dizilerde bu konuların işlenmesi gittikçe artmaya başlandı. Sanki bir merkezden bir komut gelmiş gibi insanların bilincini açmanın, aydınlanmayı büyük kitlelere yaymanın mücadelesi veriliyor gibi bir hava var ortamda. Ayrıca bir bakıyoruz ki bazı diziler ve filmler aslında 2. ya da 3. Kuşak versiyonlarıyla gündeme gelmekteler tabii yeni bilgisayar teknolojileriyle. Örneğin BattlestarGalactica çok önemli mesajlar veren 2. Kuşak dizilerden biri. Aynı şekilde Fringe fizik biliminin ciddi araştırmalarına konu olan paralel evrenleri gündelik yaşamımıza soktu bile.

Sinema dünyasına gelirsek, örneğin James CameronAvatar filminin çekilmesi için teknolojinin gelişmesinin beklendiğini ve 12 yıl sonra çekimlerin yapılabildiğini açıkladı. Bir şey anlatabilmek için 12 yıl bekleniyor bir düşünün!
Bu filmlerde ve dizilerde ortak bir özellik var. Genellikle bir yolculuk anlatılıyor. İsterseniz nerelere yolculuk bir bakalım; Avatar’da insanlar başka bir gezegene gitmişler ve oradaki insansı ırkla temastadırlar ama Jake’in ve Susan Sarandon’un karakterinin yapmaları gereken farklı bir yolculuk vardır; doğayla bütünleşmek ve sanal olarak değil gerçek anlamda Avatar bedenleriyle bütünleşmek. Bunu Jake başarır ama nedense Susan Sarandon’un karakteri başaramaz.
Matrix bizi, seyrederken sanal sandığımız ama üç filmi de seyrettikten sonra asıl sanal olanın kendi yaşadığımız dünya ve girdiğimizMatriks’in gerçeklik olduğunu anladığımız, dünyalar arası bir yolculuğa çıkarır.

Yüzüklerin Efendisi’ni hepiniz biliyorsunuz, 3 film boyunca Yüzük Kardeşleri yüzüğü Mordor dağının içine atabilmek için çok zorlu bir yolculuğa çıkarlar.
BattlestarGalactica’da insanlar korkunç Saylonlardan kaçıp yeni bir dünya-bizim dünyamız!- bulmak için evrende çok ciddi mesafeler kat etmek zorunda kalırlar ki, sonradan korkunç Saylonların o kadar da korkunç olmadığı ortaya çıkacaktır. Üstelik Saylonlarla insanlar çiftleşmekte ve döl verebilmektedirler!
Ve daha birçokları. 2012, Kehanet, Agora, Sanctum vb.

Bu filmler ve diziler ve onların kitapları ya da Kelebeğin Rüyası gibi kitaplarda bize hep kahramanın ya da kahramanların çok zorlu bir yolculuk yaptığı ve bu yolculukta çok ağır sınamalardan geçtiği ve sürekli olarak kötülerle mücadele ettiği anlatılmaktadır. Seyrettiğimiz bütün kahramanlar iyidir yani beyaz, onlara engel olmaya çalışanlar hep kırmızıdır ve bazen kötü diye bilinen siyahlar ise beyazlara bazen engel ama bazen yardımcı olmaktadır. Bu bize bir şey anlatmıyor mu? Hepimiz hayatımızda bu yolculuğu yapmıyor muyuz aslında? İyiye ulaşmaya çalışıyoruz, çalışmayanlarımızı da bu sistem-yukarıda söylediğim- iyiliğe doğru yöneltmeye çalışıyor. Sanki denge bozulmuş da sarkacın bir tarafına doğru ağırlık yapmak istermiş gibi. Biz seyrettiğimiz filmlerde hep kötülerin saldırdığı iyi insanların kötülüğü yenerek bütün insanlara barışı getirmeye çalışmalarını izliyor ve buradan kendimiz için dersler çıkarıyoruz.

Ancak şu var, bu görsel olarak çok keyifli ve doğanın içinde genellikle doğanın güçleriyle bütünleşmeyi de gösteren yolculuklar aslında bilinçaltımıza başka bir mesaj vermek istiyor gibi. Sanki bu yolculuklar aslında kendi kötülüğümüzün içinde debelenmelerimizi, kendi ruhsal kirlerimizden arınmaya çalışmamızı, kendi kulağımıza fısıldayan kendi kötülüğümüzü, yani kendi nefsimizi yenerek kendi içimizde verdiğimiz kendimize karşı olan savaşı kazanmamız gerektiğini söylüyor gibiler. Aslında kendi beyazımız, siyahımız olabiliriz belki kırmızılar dışarıdan gelen engeller ya da kötülükler olabilir ya da belki de onlar da kendi şeytani özelliklerimizdir kim bilir?

Mücadelemiz her zaman kendi içimizde olmalıdır, kendi nefsimize hakim olmalıyız, kendi aynamıza bakıp kendimizle hesaplaşmalıyız, kendimizi yenip kendi içimize çökmeliyiz ki, vurduğumuz dipten zirveye-Nirvana’ya mı?- yükselebilelim.
Bu filmler ve dizilerdeki savaşlar şunu unutmayalım ki asla askeri savaşlar, kötü canavarlar, uzaylılarla yapılmıyor aslında, bilinçaltımıza verilmek istenen mesaj tek bir noktaya işaret ediyor: Kendini Bil! Kendini tanımak bir insanın varabileceği en yüksek bilinç seviyesi olabilir. İşte o zaman kendimizi yeni bir yükselmenin eşiğinde daha bu dünyada yaşarken bile bulabiliriz belki. Ki bildiğiniz gibi JakeAvatar’da sanal bedenine gerçek anlamda geçmek için bütün kötülükleri yenmiş, doğayla bütünleşmeyi öğrenmiş ve Ruhların ağacı Ava ile temas kurabilmiş ve hak ettiği üstün bedene-bir sonraki aleme- geçmeyi başarmıştı. Kendimize ben kimim, neden buradayım, hatalarım nelerdir diye sormamız gerekiyor belki de ama bunu aynanın karşısında gerçekten kendi görüntümüze sormalı ve o görüntüye çok dürüst yanıtlar verebilmeliyiz. Bu çalışmayı yaparsanız göreceksiniz ki, kendinizin yaptığı yanlışları, belki kötülükleri kendinize itiraf etmek hiç de kolay değildir. Çünkü her şeyden önce günlük davranışlarımızda bazen bilmeden, istemeden birilerini kırarız, bazen birilerini istemeden kullanırız. Belki yaptığımız etkiyle birilerinin ilerideki hayatına yönelik iyi olmayan değişimler bile yapabiliyoruz. Ama insan her zaman kendi davranışlarını haklı görmeye meyillidir, dolayısıyla aynanın karşısına geçtiğimizde bu davranışlarımızı göremeyip kendimizi haklı göreceksek o zaman kendimizi tanıma sürecinden başarıyla çıkamayacağız demektir.

Eğer kendimize bu itirafları yapıp kendi içimizde, zihnimizde yolculuklara çıkıp, bu yolculuklardan gerekli dersi alabilirsek belki de kendi içimizdeki ying ile yang’ı, siyah ile beyaz’ı dengelemeyi başarabiliriz. Hep söylenen bir cümle vardır hani, siyah olmasaydı beyaz olmazdı, iyi olmadan kötü olmaz, güzel olmadan çirkini anlayamayız diye. İyi ama neden biri olmadan öbürü olmuyor, peki hepsi olunca ve dengede olunca ne oluyor? Bunlar neyin parçaları? Diyoruz ki bunlar bir bütünün parçaları, denge unsurları, her zaman iyiliğin içinde kötülük, kötülüğün içinde iyilik olur, birbirlerini tamamlarlar ve birlikte bir bütün olurlar. Ama o bütün dediğimiz şey nedir? Güzel ile Çirkin’in oluşturduğu bütünün adı nedir? İyi ile Kötü bütün olunca yeni oluşan bu yapının adı nedir?

Bugün bütünü her şey olarak tanımlıyoruz. Evren’deki her şey Bütün’ü oluşturur diyoruz. Çünkü bütün olan şey biziz galiba. Ya da biz bütünün parçasıyız. Şöyle düşünelim, bizler milyarlarca hücreden oluşuyoruz ve bilimin bugün geldiği noktada artık her bir hücremizde bizim bütün fiziksel bilgimizi taşıyan DNA’nın olduğunu yani tek bir hücremizden teorik ve bilimsel olarak kendimizi oluşturabileceğimizi biliyoruz. Öyleyse tek bir hücre aslında ben demektir. Ama hücreler tek tek Ben’in farkında değillerdir onu oluştursalar bile. Ben’de tek tek hücrelerinin farkında değildir onları bilse bile. Eğer en küçük yapımıza parça dersek, onların oluşturduğu tüm yapının yani Ben’in adına Bütün diyebilir miyiz? Ona bütün dersek ve her bir parçada bütün yapının bilgisi varsa, bu Evren’i oluşturan her bir proton, nötron, ya da bozononun bir parçası olduğuna göre, bütün olan şeyin adına da Evren demiyor muyuz?Peki ya içinde yaşadığımız Evren daha büyük bir Bütün’ün parçasıysa?

O zaman yolculuklarımız Bütün’e ulaşmak için olsa gerek. Ama oraya ulaşabilmek için bu verilen bilgilere dayanarak üzerimizden bütün kirlerimizi atmamız gerekiyor. Bu temizlenme, arınma sürecini de dünya üzerinde yaşarken geçmemiz gerekiyor. İşte yolculuğumuz da bu dünyada başlayıp bu dünyada bitiyor zaten ve arınabildiğimiz ölçüde Bütün’e ulaşabilmek için gereken bir aşamadan daha geçmiş oluyoruz. İşte bu yüzden insanların gittikçe daha çok Yoga yapmaları, Meditasyon yapmaları, içinde bulundukları çeşitli kurumların öğretileri yoluyla kendi içlerine dönüşü yaşayıp kendilerini tanıma aşamasından geçmeleri ve kendi hatalarının getirdiği kirlenmelerden kurtulmaları ve kendilerini bir tüy kadar hafifletmeleri gerekmekte gibi geliyor bana.

Bunun için de örneğin Kadim Mısır’da insanın kalbi ölümden sonra tüyle tartılırmış. Bu aşamaları bize Mısır’ın Ölüler Kitabı çok güzel anlatıyor. Tibet’in Ölüler Kitabı ise öldükten sonra karanlıklardan kurtulup ışığa yürümemizin yollarını şimdiden öğrenmemizi salık veriyor. Ben de bu kitapları ve yukarıda sıraladığım-tabii bilgim dahilindeki- dizi ve filmleri öneriyorum.
Yazımı beni çok etkileyen bence bu konuyu vurgulayan bir deyişle bitirelim:
Halka halka bir noktayım ben
Nokta nokta bir yoktayım ben…

6.684 kez okundu
Paylaş

İlginizi Çekebilir

  • Evrim mi devrimi, devrim mi evrimi getirir?Evrim mi devrimi, devrim mi evrimi getirir? Sevgili okuyucu geçenlerde bu sözü kardeşim gibi gördüğüm bir dostum söyledi. Ve doğal olarak bir yazının konusu haline geliverdi bu cümle. Hiç kuşkusuz benim açımdan bu konu çok […]
  • İnsanoğlunun geleceği “Homo Noeticus” mu?İnsanoğlunun geleceği “Homo Noeticus” mu? 4,6 milyar yaşındaki Dünyamızda insanlığın 3,5 milyonluk bir evrim süresi var. Son 50-65 bin yıllık dönemde ise Homo Sapiens’inCro-Magmon adamından evrimleşerek günümüz insanını […]
  • Tanrı olmasaydı O’nu icat etmek gerekirdiTanrı olmasaydı O’nu icat etmek gerekirdi "Tanrı olmasaydı biz o'nu icat etmek zorunda kalacaktık, ama bütün tabiat O'nun var olduğunu bize haykırmaktadır" şeklinde ifade etmiştir bize Tanrı anlayışını Voltaire. Ve keza: "Tanrı […]
  • Memento MoriMemento Mori Adem evlâdı bu ne kibir? Önce bir şeyi doğru idrak etmen lâzım: Dünya ismini verdiğimiz bu gezegende "Işk; bilgi / Îlm" veya seküler tanımıyla "bilim" senden çok önce de […]

Sosyal Medyada Takip Edin

Üye Olun

Yazarlar

Kategoriler

Takvim

Kasım 2024
P S Ç P C C P
« Eyl    
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  

Arşivler