İstanbul’da aşk, ihanet ve gözyaşı…
Nail’in uzattığı uzun parça kağıt, teleks kağıdıydı. Ankara Oteli’nin
teleksinden Paris’e çekilmişti Telgrafın gönderildiği kişi Mel
Ferrer, telgrafı gönderen kişi ise Gayle Hunnicutt idi. Kafamda bir
anda David Hemmings’in sözleri belirdi:
“Mel Ferrer’in sevgilisiydi. Partiye, Mel Ferrer’in kolunda gelmiş,
partiden benim kolumda ayrılmıştı. Ben Gayle’i, Mel Ferrer’in elinden
aldım.”
Telgrafı okumaya başladım: “Özlemine daha fazla dayanamıyorum Mel”
diye başlıyordu telgraf ve aşk, aşk, aşkla doldurulduktan sonra “Ne
yapıp yapıp, bir yolunu bul ve Paris’e kadar gelmişken İstanbul’a da
uzanıver. Ne zaman geleceğini bildirirsen, orada buluşuruz, sevgilim”
diye bitiyordu. Nail’e kelimelerle teşekkür etmedim. Yanaklarından
öptüm, yanından ayrıldım. Ertesi gün, Ankara Oteli’nin teleksinin
çevresinde, vızıltısı bile duyulmayan bir sivrisinek idim. Mel
Ferrer’den gelecek yanıtı bekliyordum.
Telgraf akşama doğru geldi Paris’ten. “Yarın Napoli’ye uçuyoruz” diye
başlıyor ve bir dost yatıyla Napoli’den geleceklerini bildiriyordu.
Telgrafta, yatın İstanbul’da olacağı tarih, saati saatine bildiriliyor,
grubun Hilton Oteli’nde kalacağı haberi veriliyordu.
Aşk ve özlem kelimelerinin bol bol geçtiği telgraf, Gayle Hunnicutt’un eline verildiğinde, kadıncağız çocuklar gibi sevinmeye başladı.
“Çok neşelisin bugün” dedim. Gayle Hunnicutt “Dört günlük nişanlı
bir kız neşeli olmaz mı hiç?” dedi.
Ankara’nın Dikmen tepesindeki Değirmen lokantasında bir akşam Asaf
Uçar, iki nişanlı ve ben birlikte yemek yiyorduk.
“Gayle yarın Londra’ya uçuyor. Filminin dublajı yapılacak yarın akşam,
erkek erkeğe bir gece geçirelim, olur mu?” dedi David Hemmings.
Gayle de dahil, hep birlikte gülüştük.
Çünkü Gayle’in ne yapıp yapıp, yarın Ankara’dan ayrılacağını çok
önceden biliyordum. Yemekten sonra hemen gazeteye telefon açtım.
“Kafayı istiyorum” dedim.
“Kafa” sadece fiziksel açıdan değil, mesleksel yetenek, tecrübe ve
birkaç dili anadili gibi konuşmasından ötürü gazeteci Orhan
Türel’e kendimizin takıp, kendimizin söylediği bir takma addı Kafa’ya;
“Dinle kafa, mama var sana. Yarın şu saatte İstanbul’a bir yatla, Mel
ferrer, Yul Brynner ve bir yığın ünlü kişi geliyor” dedim.
Kafa “Taze mama ver oğlum. Mısır’daki sağır sultan bile duydu onların
yarın geleceğini.” diye yanıt verdi
“Birazcık kafanı kullan da lafın gerisini dinle” dedim. “Sen şimdi
onları izlemekle zaman kaybetme. Bir foto muhabiri arkadaş izlesin,
fotoğraflarını çeksin, yeter. Dediklerimi iyice not et. Şu şu saatte
Ankara’dan kalkan THY uçağını kolla. Gayle Hunnicutt yengen geliyor o
uçakla. Kadın burada nişanlısını uyuttu, (Londra’ya gidiyorum) dedi.
Oysa İstanbul’da Mel Ferrer’le buluşacak, soluğu Hilton’da alacak.
Gerisi sana kalmış artık.”
Bir gün sonra Gayle Hunnicutt Yeşilköy’e konup doğruca Hilton’a gelmiş
ve resepsiyonda kendisine bir mesaj olup olmadığını sormuş.
“Mesajınızı ben bildireyim size” demiş yanındaki bir kişi.
Gayle başını çevirip de Orhan Türel’le yüzyüze gelince, birden
irkilmiş.
Orhan Türel büyük bir saygıyla, Gayle’e beklediği mesajı vermiş:
“Mr. Ferrer ve arkadaşları şu anda Pandeli Lokantasındalar” demiş.
“Bu telefondan aramanızı istiyor.” O da hemen aramış. Mel Ferrer
kıza otelde kalmasını söyleyip “Orda kal, hemen geliyorum” demiş ama
Gayle uyanık davranmış:
“Bana oda numaranı söyle, oraya çıkayım, burada yanımda bir gazeteci
var. İkimizi birarada görsün istemiyorum. Anlıyorsun beni değil mi?”
Ve odaya çıkmış.
Ertesi günkü Milliyet’in ortasında, Orhan Türel haberi şu başlıkla
bildiriliyordu:
“Sinema dünyasının son skandal bombası, İstanbul’da patladı. Gayle
Hunnicutt on günlük nişanlısını atlatıp eski sevgilisi Mel Ferrer’le
İstanbul’da otel odasında buluştu”
Ertesi gün David Hemmings /beni telefonla aradı “Bu rezalet
nedir, Mete? Kim yazmış bu uydurma haberi?”
Ben de “Ah bu İstanbul’daki arkadaşlar… Şimdi sana geliyorum.” dedim.
Otel’e, odasına gittiğimde David Hemmings duvarları yumrukluyordu.
“Şimdi Hilton’a telefon ettim. Gayle’e hemen Ankara’ya dönmesini
söyledim. O da herşeyin uydurma olduğunu söylüyor.”
Saf saf sordum:
“Yahu, David… Gayle, Yeşilköy’de bir saat kaldıktan sonra Londra’ya
uçmayacak mıydı? Otele niye gitmiş?”
Dişlerini gıcırdattı:
“Saat beşte geliyor buraya. Gelsin, aynı soruyu ben de ona soracağım.
İşin içinde Mel Ferrer adı olmasa, herşeyi uydurma deyip geçeceğim ama
biliyorsun kızın benden önceki sevgilisiydi Mel…”
Akşamüstü Ankara’ya dönen Gayle Otel’de beni de görünce başını yana
çevirdi ve David’e;
“Aramızda yabancılar olmadan konuşalım” dedi.
Bu benim için “Yol göründü gaziler” marşı idi.
Ertesi gün David Hemmings gazeteye “yenilir yutulur” cinsinden
olmayan bir tekzip gönderdi Gayle’i aradım.
“Seninle konuşacak hiçbir şeyim yok” deyip telefonu yüzüme kapattı.
Otele gidip kat hizmetçisiyle bir not gönderdim odasına: “Havuza in.
Mel’e çektiğin telgrafın fotokopisini getirmiştim. Seninle görüşemezsem
David’e veririm bunu.”
İki dakika sonra, havuz başına indi. Bikinisinin üstüne bol delikli
mini dantel giysisini giymişti. Sanki beş dakika önce telefonu yüzüme
kapatan o değilmiş gibi gülüyordu:
“Ama senin elbiselerin var üstünde” dedi. “Yüzmeyecek misin?”
Gayle’i havuz kenarından aldım, oturttum.
“Bana numara yapma bunu David’e yap ve gazeteye gönderdiği tekzibini
geri aldır.” dedim.
“Ama David bu tekzip için çok ısrarlı. Nasıl vazgeçirebilirim” deyince
Mel Ferrer’e çektiği telegrafın fotokopisini önüne koydum:
“Tekzip yayınlandıktan bir gün sonra bunu yayınlayacağım” dedim.
Başladı hüngür hüngür ağlamaya.
“Mesleğimin başlarındayım ve böyle bir skandal beni mahveder. Bana ne
Hollywood’da ne de İngiltere’de kimse rol vermez artık.”
İçini çeke çeke ağlıyordu.“David’i ikna edemem” dedi ve ağlamasına
devam etti. Kalktım, boynuna sarıldım, gözyaşlarını parmaklarımın
uçlarıyla silmeye başladım.
Birden “Şu arkandaki adam kim?” diye sordu.
Başımı çevirince aktör Fikret Hakan’la gözgöze geldik.
Ankara’nın o Temmuz sıcağında kopkoyu lacivert bir takım elbise
giymişti. Bizden başka kimsenin bulunmadığı bu havuz karşısındaki
katta sanki bir şeyler düşünüyormuş gibi dolaşıyor, yandan yandan da
Gayle’i süzüyordu.
“Bu adam kim Mete?” diye bir daha sordu Gayle.
O zamanlar tanışmadığımız Fikret Hakan’dı bu. Kıza “Ha o mu? Önemli
biri değil. Otelin dedektifi. Senin ağladığını görünce, herhalde
meraklandı.” dedim.
“Ağladığımı kimse görsün istemiyorum” dedi. “Gel odama çıkalım.”
Koltuktan kaltık, iki adım ötedeki asansöre bindik.
Gayle Hunnicutt ile “pazarlığımız” uzun sürmedi
Nişanlısı David Hemmings’i ikna edemez de biz de
David’in “tekzibini” yayınlamak zorunda kalırsak günah bizden gidecekti.
Gayle, bu telgrafın duyulmasından son derece korkuyordu.
“Sen David’i bana bırak” *dedi “Bu gece ne yapar yapar, ikna eder
tekzibi geri aldırırım. Sen de bu telgrafı unut, tamam mı?”
O akşam Hunnicutt kimbilir ne yapmışsa yapmış, David Hemmings’i ikna
etmişti. David bir gün sonra beni aradı:
“Sen Asafı ben de Gayle’i alayım, bu akşam eskisi gibi bir dost yemeği
yiyelim” dedi.
Hepimize çok uzun bir süre gibi gelen dört beş günlük küskünlükten
sonra yeniden bir araya geldiğimizde, bu anı bir *“hatıra fotoğrafıyla”
saptamak istedik.
Asaf üçümüzün fotoğrafını çekti. Sonra makinesini bana verdi, ben
onların fotoğrafını çektim.
İki gün sona Asaf fotoğrafları getirdiğinde onlara verdiğimiz
fotoğrafları imzaladık. Gayle ve David ise Asaf ve bende kalan
fotoğrafları imzaladılar.
Bendeki fotoğrafın altına *David Hemmings, İngilizce “En iyi dilekler
ve Türkçe de “Sağol” yazıp imzaladı.
Gayle Hunnicutt ise fotoğrafı imzalamadan önce, üstüne, Türkçe şöyle
yazdı:
“Mete, seni çok seviyorum.”
İlk Yayın: Star Gazetesi 1991