İyi insan olmak
Bence; dinler de, öğretiler de aslında “iyi” insan olmayı öğütlemezler ve fakat “kötü” insan olmamayı öğütler ve amaçlarlar…
İkisi aynı anlamdaymış gibi görünse de arada büyük bir fark vardır. Yani ulaşmaya çalıştığınız noktaya (nokta üzerine de ayrıca tartışılmalı, cennet, aydınlanma, bir olma, hiç olma vs.) Yaptıklarınızla ulaşamazsınız. Sizi o noktaya ulaştıracak olan yap”ma”dıklarınız olacaktır.
Öldürmemek, çalmamak, zina yapmamak, yalan söylememek, hak yememek vs… (dine veya öğretiye göre eklenebilir veya çıkarılabilir.)
Dikkat edin amaçlanan hep “kötü” insan olmamak.
Şimdi burada yazarken kısa yazmaya gayret ettiğimden iyi – kötü kavramını sorgulama ve kötünün de aslında iyinin az olma durumu olması gibi konulara girmiyorum.
Farklı şekillerde olsalar da ibadetlerin ise temel amacı tefekkürdür. Yorumlanması farklılaşmış, değişikliğe uğramış da olsa asıl amaç bireyi tefekkür ettirerek (düşünce üzerine derin düşünmesini sağlayarak) “nokta”ya ulaşması hedeflenir. Ancak zamanın akışı ile ibadetler de “adet” olduğundan bu hedef şaşmış ve birey-toplum neden ibadet yaptığını da unutmuş olabilir ve bunu “adet” hale getirmiş olabilir. Ancak esas amaç budur.
Dinler de, öğretiler de, (bence) aslında toplumun tamamının “nokta”ya ulaşmasını hedefleyemezler. Bu imkansıza yakın bir şeydir. Her bireyin yolculuğu ve yolu farklıdır. Ayrıca herkes de bu yola çıkacak soruyu kendine soramayabilir. (aslında çok ama çok azı sorar) bu nedenle tüm din ve öğretiler de sembolizmayı kullanır ve bunu arayanlara, anlayabilecek olanlara batıni yorumlarını sunarlar. Kat kat yorum olduğunu ve budur denilebilecek bir yorumun olmadığını (her din ve öğreti için) düşünüyorum.
Bu nedenle tarih içinde yaşadıkları toplumun duymasına hazır olmadıkları cümleleri kuran ve aslında batıni yorumu bir zerre açıklama kaygısı duyan insanların hepsi istinasız dışlanmış, kafir-sapık ilan edilmiş, hapse atılmış, derisi yüzülmüş, işkence görüp asılmış veya yakılmıştır. Tarihin her devrinde her noktasında bu vahşet yaşanmış ve yaşanacaktır.
Bu yaz Montsegur Kalesi’ne zorlu yollardan çıktığımda oradaki “sessizliğin sesi” bana tam da bunu söylemişti.