Kanatlar
Düşmüştü. Hem de çok yüksekten… Ne kadar yüksekten düşerse o kadar çok acıyordu canı… Bir defa da ayaklarının üstüne yumuşakça konmayı ümit ediyordu. Ama hiç olmamıştı bu. Olmayacaktı demek ki…
Ama uçmanın bir parçasıydı bu… Seçenekleri şuydu; Uçmak ya da Uçmamak, işte bütün mesele bu… Uçmayabilirdi her seferinde düşmek istemiyorsa… Çünkü uçan her şey günün birinde düşecekti… Kanundu bu; yerçekimi gibi…
Toparlandı önce ve topladı etrafa saçılan herşeyini… Yine kırılmıştı kanatları, saçılmıştı etrafa havadayken ışıl ışıl renk oyunları yapan uzun ve renkli tüyleri…
Kanatlarının haline baktı göz ucuyla. Onlar ki onu o yüksekliğe çıkaran, onlar ki ona uçma deneyimini veren… Nasıl küserdi gökyüzüne? Tabii ki tekrar uçacaktı.
Kanatlarını ve çevreye saçılan tüylerini topladı sanki bir daha kullanılabilirlermiş gibi… Biraz önce havadan geçtiği yerlerden şimdi yürüyecek geçecekti. Daha uzun sürecekti yolculuğu ama varacaktı da sonunda…
Ağrılarını unutturmuştu; uçamamasının, o an yürüyor olmasının verdiği sızı…
Tamir etmeliydi kanatlarını, kendini… Yürüdü ve tırmandı bir süre… Yine kimsenin gitmediği, ulaşmadığı, bir onun bildiği o mağaraya… Tefekküre attı adımlarını…
Ellerinde, kollarında taşıdı hepsini ve daldı tefekkürüne… Şu an girdiği o incecik, minicik kapıdan çıkarken açacaktı kanatlarını saçacaktı çevreye rengarenk ışık oyunlarını ilk kez ve hissedecekti gökyüzünün dokusunu ve dahi içindeki uçma isteğini günün birinde…