Katharlar
Katharlar
“Fransa’da Katharlara uygulanan Albi Haçlı Seferleri’nin başında, 1209’da Haçlı orduları Biziers şehrine girer. Haçlı askerleri katedrale de saldırırlar. Ancak bir sorun vardır: O kalabalığın arasında kim Kathar, kim Hıristiyan, nasıl ayırt edeceklerdir… “Kılıçlarından kan damlayan kuzeyli Baronlar, Başpapaz’ın huzurunda diz vurup sordular: “Kathar sapkınları çoluk çocuk Biziers katedraline sığınmış. Onları korumak isteyen halk, Katoliğiyle, Yahudisiyle aralarına karışmış, Tanrının kullarını şeytana tapanlardan nasıl ayıracağız Peder.” Katharlar üstüne haçlı seferlerini Roma adına yöneten Başpapaz yanıtladı: “Hepsini öldürün. Tanrı kendi kullarını ayırır.”” (22 Temmuz Biziers Katliamı)
“11.y.y.’da Avrupa’nın batısında Hristiyan dünyasında Katolik Kilisesi’nin dogmalarıyla çelişkili inanç sistemleri yeşermeye başlamıştır. Bunlardan biri Kathar inancıdır. “Kathar”ın anlamı “Temiz Ruhlular” demektir.” “Kathar” adı, sözcük anlamıyla “arınmış” anlamına gelir. Katarcılık Ortaçağ’da Fransa’nın Albi bölgesinde ortaya çıkan, 12. ve 13. yüzyıllarda Avrupa’nın batı kısmındaki ülkelerde etkili olan Katolik Kilisesinin birçok görüşüne karşı çıkan, reenkarnasyonu kabul eden bir tarikattır. İnanç sistemlerinde mani inancının etkisi belirgindir. Gerçek Hristiyanlığı kendilerinin yaşadığını düşünerek Katolik kilisesi için tehlike arz etmişlerdir. Kimilerine göre bu mezhep Hristiyanlığın hurafelerden ayıklanmış halidir.
Kathar inancı bir dinsel doktrin sayılabilir. Katolik kilise Kathar inancını “sapkınlık” olarak görmüştür. Kendine özgü yaşam tarzı olan tüm topluluklar gibi Katharlar da hegamonik sisteme tehlike arz etmişlerdir. “Katharlar hem Tanrı’ya hem Hz. İsa’ya inanıyorlardı ancak Tanrı, İsa ve Kutsal Ruh biçimindeki üçlemeye karşı çıkmaktaydılar. Tanrı ile insan arasına hiç kimsenin giremeyeceğini, inanç için yetkili aracı ya da din görevlisine gerek olmadığını ileri sürüyorlardı.
“Hz. İsa’yı tanrının sözcüsü ve peygamber olarak kabul etmelerine karşın, mucizeler yaratmış olduğuna, kurtarıcı olduğuna inanmıyorlardır. Puta, heykele, haça tapmayı da reddediyorlardı. Ruhun dünyevi kurtuluşa ermesi için pek çok defa bedenlenmesi gerektiğine ve ruhun kurtuluşunu maddi bağlardan kopma yoluyla aramak gerektiğine inanıyorlardır. Onlar için nefis terbiyesi ruhun kurtuluş sürecini hızlandırıcı bir yoldur. Katharlara göre dünyada dualite ilkesi geçerlidir. “Katharizm” iyinin ve kötünün dengesine dayanır. Bu düalist yaklaşım kozmik güçlerin sürekli çekişmesi ve birbirini dengelemesi üzerine oturtulmuş bir felsefedir.”
Erkek kadın arasında ayrım yoktur. Onlara göre beden için süreklilik yoktur, oysa ruh ölümsüzdür. Evliliğin temelinin sevgide aranması gerektiğini söylüyorlardı. Feodal sisteme karşı çıkıyorlardı. Özgürlüğün en temel hakları olduklarını savuna gelmişlerdi. Kathar felsefesi, insanların eşit ve hür olduğunu, hoşgörüyü ve kardeşliği savunurdu.
Nefsini terbiye edip şeytanın yani kötü yönün etkisinden kurtulunca “kusursuz” denilen bir mertebeye erişirlerdi. “Kusursuzlar” aynı zamanda yol gösterici din adamlarıydı. Din yönetiminde hiyerarşik kurumsal yapılandırmaya karşıydılar. “Tanrı, ruhsal bir varlıktır; o, sevgidir” diyordu Katharlar. En çok alçak gönüllüğe önem veriyorlardı. Dürüstlük ve çalışkanlık da önemli idi. Latince bir deyiş şöyledir: “Laborare est Orare” (Çalışmak Tapınmaktır)
“Bilgi, kültür, öğrenim ve eğitimi çok önemserlerdi. Amaçları insanların yetkinleşmesi ve ruhlarının bir sonraki yaşamda daha da ileri gitmesiydi. Ölümden ve ateşten korkulmaz zamanı geldiğinde neşe ile gidilirdi.” Dinî, felsefî ve ahlâkî inançları gereği hiçbir canlıyı öldürmeyen Katharlar’ın sonu da tarihteki benzerleri gibi yakılarak idam olmuştur. Katharcılık farklı olan ve menfaatine uygun olmayan tüm sistemler gibi dogma tarafından “sapkınlık” etiketi ile suçlandı. “Engizisyonun ateşi ilk defa onların şerefine yakıldı.” Kilise ve krallık elele verip Katharlar’ı 13. yy.da Haçlı orduları ile imha etmeyi başardı. Binlerce insan kılıçtan geçirildi. Maddenin tek yetkili temsilcisi olarak kendini gören kral ve mananın tek yetkilisi olarak kendini gören Katolik kilisece (Ruhanî iktidar ve cismanî iktidar) ikisini de önemsemeyen ve burunlarının dibinde kendi halinde farklı yaşam tarzı süren Katharlar, en büyük tehlike olarak görülüp katledilmiştir.
Kiliseye göre hepsi ateşte yakılacaktı eğer içlerinden biri yanmazsa o günahsızdı. Yanıyorsa bu vahşet onlara göre ilahi adaletti. Onbinlerce insan öldü. “Kathar veya değil bakmadan binlerce sivil kılıçtan geçti. Engizisyon mahkemelerinde işkenceye ve yakılarak ölüme mahkûm edildi.” Bütün kaleleri kuşatılarak güya “din” adına katledildiler. En son Kathar kalesi olan Montsegur 1244 yılında düştü.
İnsanoğlunun aklının aydınlanma süreci çok sancılı olmuştur. Halen de bu süreç devam etmektedir. “Bundan yedi yüzyıl önce kadın erkek eşitliği, düşünce-inanç özgürlüğü, köleciliğe ve ölüm cezasına karşı çıkan bu öğretinin yayıcıları engizisyon mahkemelerinde yargılanıp, ateşte tütsülenerek sözde ruhları “kurtarıldı”. Kathar öğretisi o yüzyıl ve o coğrafya için bir devrim idi.” Dogma, her zaman farklı düşüneni en basit ve alelade silahı ile yani “sapkınlıkla” suçlamıştır… Zira özgür birer birey olabilmiş, okuyup yazan, felsefe ile ilgilenen, bilim öğrenen, sorgulayan, farkında ve yetkin gerçek insanlardan oluşmuş toplumlar dogma ve taassubun sahip olduğu güç ve makam için hiç de iç açıcı değildir…
“16 Mart 1244 sabahı, Montsegur şatosundaki iki yüz yirmi beş Kathar, engizisyonun önünde diz çöküp dinlerini reddetmektense, istisnasız, ateşte yanarak ölümü seçtiler. Şatodan çıkmadan önce, son bir kez birbirlerine sarılarak vedalaştılar. Karı kocalar ayrıldı, çocuklar ebeveynleriyle öpüşüp koklaştı ve Mertrand Marty önde…
Montsegur mağlupları kaleden başları dik çıktılar. İki yüz Kathar şövalyesi, kadınıyla, kızanıyla, gökyüzüne bir isyan gibi yükselen tepenin dibinde kurulan ateşten çembere tek bir vücut gibi yürüdüler. Haçlı ordularının gümüş zırhlı silahşörleri başlarını öne eğdiler, askerler büyülenmiş gibiydiler. Haçlı seferinin başını çeken, tilki gibi kurnaz Narbonne Piskoposu havadaki hayranlık kokusunu sezdi. Ölüme gidenlere en az bir fire verdiremezse eğer, bu inanılmaz manzaranın bir miras gibi, asırlarca babadan oğla anlatılacağını anladı. Son bir umutla, gerilmiş bir yay gibi fırladı yerinden, koştu ve Katharlarla ateş çemberi arasında durdu:
— Durun, durun diyorum size! Bir kez daha düşünün. Aranızda cayan yok mu hiç mezhebinden? Engizisyonun kararına rağmen ben, bir şans daha veriyorum nedamet getirenlere!
Katharlar duymadılar. Katharlar durmadılar. Kafilenin önünde yürüyen Kusursuzlardan Bertrand d’en Marti, bambaşka bir suale cevap verir gibi gülümsedi:
— Biz hepimiz kardeştik!” Zoé Olderbourg