Katharlar – Bölüm 1
Genellikle “Protestanlık” denilince, akla hemen 16. yüzyılda Martin Luther ile başlayıp Jean Calvin ile devam ederek Hıristiyan dininin kapsamında yepyeni bir mezhebin doğuşuna yol açan eylem gelir.
Oysa Katolik Kilisesi’nin dogmalarına karşı tepkiler çok daha önce başlamıştır. Bundan önce de özellikle papayı protesto edip Hıristiyanlığın kapsamında başka türlü inanç sistemleri oluşturanlar görülmüştür. Bunlar, daha 4. yüzyılda, İznik’teki ünlü konsey toplantısında alınan kararlar ve belirlenen ilkeler yürürlüğe konur konmaz başlamıştır.
Roma’daki Katolik Kilisesi, önce Batı Roma İmparatorluğu’na güvenmekteydi. Fakat bir süre sonra güvendiği o dağlara kar yağınca, ne yapacağını şaşırdı. Kutsal Roma İmparatorluğu’nun dünyevî desteğini elde ettiğinde, Avrupa’nın özellikle batısında kendilerine göre Hıristiyanlığın bu yozlaştırılmış biçimine karşı tepkiler biraz duruldu. Ortodoks Kilisesi’nin rahatsız olduğu doğudaki kıpırdanmalar ise devam etti.
Hıristiyanlıktaki ilk Protestan mezhebinin oluştuğu tarihlerden çok önce, daha 11. yüzyılda Avrupa’nın batısında da Hıristiyan dünyasında Katolik Kilisesi’nin dogmalarıyla çelişkili inanç sistemleri yeşermeye başladı. İşte bunlardan biri de Kathar inancıdır. Bu inanç öncelikle İncil’deki “Vahiy” adlı kitaba dayanmakla birlikte, aslında bir dinsel doktrin sayılabilir. Bunu benimseyenlere “Katharlar” denmiştir.
Katharların ilkeleri Katolik Kilisesi’nin dogmalarıyla çelişkili olduğuna göre, bu toplumun bir sapkınlık örneği sayılması beklenmedik bir olgu değildi. Hatta Katolik Kilisesi, Kathar inancını sapkınlıktan daha kötü, toplumun temelini sarsacak ölçüde tehlikeli bir eğilim olarak gördü. Ancak Kilise’nin bu kaygısı sadece Katharların inanç ilkelerinden değil, biraz da kendilerine özgü yaşam tarzından ileri geliyordu. Bir diğer deyişle, işin ardında sosyolojik etkenler de vardı. Bu etkenler ise, ekonomik ve politik öğelerle bağdaşıyordu.
Bu konuyla yakından ilgilenmiş olan tarihçi ve araştırmacı yazarların, Katharlar hakkında yer yer çelişkili görüşleri var.
Kimilerine göre; Katharlar, tarihte Avrupa’nın belirli bir coğrafi çevresinde kısa sayılabilecek bir dönem için yaşamış bir etnik topluluktur. Sözü edilen çevre, öncelikle Fransa’nın güneyindeki Languedoc bölgesidir. Ancak Katharlar sadece bu bölgede değil, doğusunda yer alan Provénce bölgesi ile İtalya’nın kuzeyine doğru olan yörelerde, ayrıca Pireneler boyunca batıda da görülmüştür.
Oralarda yaşayan halk, “Oc” diye anılan, kendilerine özgü bir dil konuşurdu. Zaten Fransızca’da Languedoc, “Oc dili” anlamına gelir. Fransızcada eskiden “Occitanie” denirdi. Nitekim Türkçede bu nedenle o bölge “Oksitanya” olarak da anılmıştır.
Dikkat ettiyseniz, dönüp dolaşıp sık sık hep aynı bölgeden söz ediyorum. Çünkü Antik Çağ’da Anadolu’nun batı kıyıları neyse, Orta Çağda Avrupa’da bugünkü Fransa’nın güneyi de hemen hemen aynı niteliği taşıyordu.
Kimilerine göre ise; Kathar inancı aslında çok daha önceki yüzyıllarda doğmuş, belirtilen dönemde o çevrede yoğunlaşmış olmakla birlikte hayli geniş bir alana yayılmış, 13. yüzyılda son bulmamış, sonraki yüzyıllar boyunca birçok yerde varlığını sürdürmüştür. Bu bağlamda Şeyh Bedreddin’in de 14. yüzyıl sonu ve 15. yüzyıl başlarında Batı Anadolu’da Kathar inancının izlerini sürdürdüğünü belirterek, aralarında benzerlikler kuranlar vardır.
Katharlar, yer yer “Albililer” olarak da anılır. Bu iki sözcüğün âdeta eş anlamlı olarak kullanıldığı bile görülebilir.
Aslında bu özdeşleştirme yanlıştır. Çünkü Languedoc’taki “Albi” adlı kasabada yaşayan halkın büyük çoğunluğu bir zamanlar Kathar inancını ve yaşam tarzını benimsemiştir ama bu sadece o kasabaya özgü olmadığı gibi, Kathar inancı ilk kez Albi’de doğmuş da değildir.
Böyle bir özdeşleştirme yapılmış olması şuna bağlanabilir: Katharların yaygın olarak yaşadığı bölge, Katolik Kilisesi’ne bağlı Albi piskoposunun yetki alanı içindeydi. Papa bu etnik topluluğa karşı bir eylemsel girişim başlatmadan önce, Albi kasabasında bir yanda Katolikliği diğer yanda Kathar inancını savunanlar birtakım teolojik tartışmalara girişmişti. Nitekim daha sonra Katharların ortadan kaldırılması amacıyla düzenlenmiş olan toplu kıyım, “Albi Haçlı Seferi” anlamına gelen bir terimle de anılır.
Etimolojisi bakımından Yunanca’dan alınma olan Kathar sözcüğü, “saf” ya da “arınmış” anlamına gelir. Ancak Katolik Kilisesi bu inancı sapkınlık saydığı için, bu sözcüğün Lâtince kökenli olup “kediye tapanlar” anlamına geldiğini ileri sürmüştü. Katharlar ise hiçbir zaman kendilerini bu adla anmamış, sadece “iyi Hıristiyanlar” olduklarını belirtmekle yetinmişti.
Katolik Kilisesi’nin Katharları sapkın olarak görmemesi için, ya dogmalarından cayması ya da Hıristiyanlıkta birbirinden yer yer farklı inanç öğelerinin de var olabileceğini benimsemesi gerekirdi. Günümüzde Vatikan, bu konuda biraz daha toleranslı bir anlayış sergilemektedir ama Orta Çağda Katolik Kilisesi’nin böyle bir tutum benimsemesi beklenemezdi.
Consolamentum
Kathar inancının Katolik Kilisesi’nin sadece tepki göstermek ile kalmayıp âdeta çılgına dönmesine neden olan ilkelerinden en belli başlıları şöyle özetlenebilir:
Katharların Hıristiyanlıkta öteden beri kullanılanlardan hayli farklı bir öğreti ve buna ilişkin bir tür âyin kitabı vardır. Gerek bu kitaba gerekse bu kitap uyarınca yapılan ritüelik uygulamaya “Consolamentum”* denir. (Söjzlük anlamı bakımından consolamentum “kutsama” ya da “avunma” demektir.)
Katolik Kilisesi’nin koymuş olduğu dogmalar yadsınır. Hele haça tapınmaya kesinlikle karşı çıkılır. Çünkü bunlar İsa’ya özgü işler değildir. Katolik din adamlarının uydurmalarıdır.
Sadece ergin yaşa gelmiş olan bir kişi inanç sahibi olabilir ve şayet isterse din adamı olmak üzere Consolamentum uygulamasından da geçebilir. (Burada “din adamı” sadece bir söz gelimidir. Aslıhnda Katharlarda din adamı yoktur. Bu bir tür önderdir. Kadın erkek ayırımı yapılmaz.)
Consolamentum’daki ritüelden geçirilen bir kişi “arınmış” olmaz; inancı güçlenir ve ruhunu kötülüklerden arındırma yolunda hız kazanır. Ancak böyle bir kişi, kendisini özverili ve olağanüstü düzeyde buyrultu gerektiren zor bir yaşama hazırlamak durumundadır.
İsa, bir “kurtarıcı” değildir. Sadece Consolamentum’un ilk örneğini vermiştir. Sözleriyle bir tanrısal ilkeler bütününü değil, sadece anlamına ancak yetkin olanların varabileceği derin bir ruhsal bilgi iletmiştir. Yarattığı mucizeler gerçek olaylar değildir. Bunlar sadece birer alegoridir. Her birinin ardında derin anlamlar vardır.
Ruhsal evren, görünmez, sonsuz ve tüm iyilikleri bünyesinde toplayan Tanrı tarafından yaratılmıştır. Dünya ise, buna karşıt olmak üzere Şeytan’ın yaratımıdır. İyileştirilemez; öylece kalacaktır. Ancak, insan ruhunun daha üstün bir düzeye getirilip yetkinleşme doğrultusunda ilerlemesi sağlanabilir.
Kathar inancının yukarıdaki sıralamada en son belirttiğim ilkesi, aslında temel niteliğini yansıtır. Çünkü Kathar inancı doğrudan “İkicilik” ya da “Düalizm” yani her bakımdan birbirine karşıt öğe ve oluşumların birbirleriyle sürekli savaşımı üzerine kuruludur.
Böylece Kathar inancı, doğuda birçok örneği görülen, “her yerde ve her zaman iyi ile kötünün savaşımı” düşüncesi üzerine kurulu din ve inanç sistemleriyle benzerlik gösterir. Budizm ve Hinduizm ile de uyumlu yanları vardır ama en çok 3. yüzyıl sonlarında, İranlı Mani (Manes) tarafından Zerdüşt’ün, Buda’nın ve İsa’nın ilkelerini birleştirerek oluşturulmuş, toplumda hiçbir sosyal ya da politik değişime yol açmadan tinsel yücelmeyi öngörmüş bir inanç sistemi olan Manicilik ile yakın düşer.
Bunun yanı sıra, Aryanizm de Kathar inancının temellerinden biri sayılabilir. Bir zamanlar Languedoc’u merkez edinmiş, sonraları İber Yarımadası’na doğru kaymış olan Vizigotlar da Aryanizm’e eğilimliydi. Katolik Kilisesi’nin Merovenjler ile iş birliği edişinin nedenlerinden biri de Vizigotlar ile boğuşup onları da dize getirmelerini sağlamasıydı.
Ancak Katharların doğrudan Manicilik ya da 4. yüzyıl başlarının sapkın sayılmış teologlarından Arius’un öğretisi olan Aryanizm’den esinlenmiş olması akla yatkın düşmüyor çünkü tarihsel bakımdan dönemleri çok farklı. En az bir, hatta belki daha çok “ara bağlantı” olması gerekiyor.
Çoğu araştırmacı, bu bağlantının Bogomiller olduğu görüşündedir. Bogomiller: 10. yüzyılda Manicilikten etkilenerek Bulgaristan’da doğmuş olup Katolik Kilisesi’nin ilkeleriyle çelişkili bir tür Hıristiyan tarikatının inançlılarıdır. Bogomil inancı, Makedonya’yı da etkisi altına aldıktan sonra, Batı Anadolu’ya geçmiş, Balkanlar ve Dalmaçya kanalıyla Avrupa’nın batısına doğru uzanmış, özellikle günümüzdeki Fransa’nın güneyi ile İspanya’nın kuzeyine yayılmıştır. Do6layısıyla Katharların bundan büyük ölçüde esinlenmiş oymaları, akla çok yatkın düşüyor.
Kathar İnancının Özellikleri
Katharlar, hem Tanrı’ya hem İsa’ya inanıyordu. Fakat “Tanrı-İsa-Kutsal Ruh” biçimindeki üçlemeye karşı çıkıyorlardı. Üstelik bunu Katolik Kilisesi’nin uydurduğunu söylüyorlardı.
Tanrı ile insan arasına hiç kimsenin giremeyeceğini, inanç için bir “yetkili aracı” ya da “din görevlisi”ne gerek olmadığını ileri sürüyorlardı. Şayet tanrı inancı araya giren bir kişi kanalıyla edinilirse bunun “ikinci el” olacağını söylüyor, herkesin kendi inancını kendi başına ilk elden edinmesini öngörüyorlardı.
Bir diğer deyişle “ruhban sınıfı” olgusuna ve din yönetiminde hiyerarşik nitelikli bir kurumsal yapılanmaya karşıydılar. Şöyle bir akıl yürütme tarzları vardı:
Tanrı “doğuş” kavramının üstündedir. O, tümüyle ruhsal bir varlıktır, maddeden arınmıştır. O, sevgidir.
Sevgi, güç ile bağdaşmaz. Evrendeki maddi oluşum ise güç kullanılarak sağlanmıştır. Bu nedenle madde, dolayısıyla dünya temelinden kötüdür. Dünyanın oluşumu, tanrısal tahta zorla oturmuş bir “hilekâr tanrı”nın yani Şeytanın marifetidir.
Madde temelinden “kötü” olduğu için, İsa da kendini maddeden sıyırmış, bedeni içinde ölümsüz, Tanrı’nın oğlu olamaz. Ancak bir “peygamber” olabilir ve ölümlü olduğu için de sevgi ilkesi uğruna çarmıhta ölmüştür.
Sevgi çarpıtılıp güç içinde eritilince ortaya “Roma” çıkmıştır. Tersinden yazıldığında oluşan “amor” sözcüğü “sevgi” ya da “aşk” anlamına gelir. Buna göre Roma sevginin tersidir, sevgisizliktir.
Bu görüşle Katharlar, Katolik Kilisesi’ni ruhani olmaktan çok dünyevi olmakla suçluyordu. Haçı kutsal saymaya ve ona bakarak tapınmaya karşı çıkıyorlardı. Onlara göre; Katolik Kilisesi’nin haçı, Hıristiyanlığın yüzyıllarca savaşmış olduğu pagan inançlarındaki putlardan çok daha berbat bir puttu.
Katharların Diğer Özellikleri
Katharlar, insanca bağlılığa, yürekliliğe, özellikle ateşten korkmamaya ve alçak gönüllülüğe çok önem verirdi. Tapınmak için kiliseye gitmeyi “insanın acınası bir hali” olarak görmekteydiler. Bu nedenle kendi tapınmalarını açık havada ya da hangi bir çatı altında yaparlardı.
Belli bir yöne doğru durmayı ve haç gibi bir şeye bakmayı anlamsız bulurlardı. Bu yüzden de toplu âyinlerinde bir çember (daire) biçiminde oturur, birbirlerine bakarlardı. Bu âyinlerde gerek tek tek gerekse hep bir arada olmak üzere, günümüzde “meditasyon” olarak anılan türde bir uygulamaları vardı.
Bu âyinlerin belli bir günü, belli bir saati de yoktu. Ne zaman ve nasıl gerekirse o zaman ve öyle yapılırdı.
Fakat sanılmasın ki bu âyinlerde birisi çıkıp “Consolamentum”u okur, diğerleri onu dinleyip kendinden geçerdi. Consolamentum’un iki işlevi vardı: Bunlardan biri Katharlar arasında yetkinliğe geçecek olan kişinin inisyasyonunu sağlamak, diğeri de bedenini bu dünyada bırakarak kendisini bir başka doğuşa hazırlamak üzere ayrılacak olanı avutmak ya da onu güle güle gitmesi için uğurlamak.
Bu nedenle de Consolamentum, özellikle ölmek üzere olan ya da büyük olasılıkla ölmesi söz konusu olabilecek bir kişiye okunurdu.
Öyle sanılmasına karşın o kişi ölmezse ne olurdu?
İşte o zaman bir zorunluluk doğardı. Bir kez Consolamentum’u almış olup da ölmemiş kişi, bundan sonraki yaşamını kendini dine adayarak sürdürmek zorundaydı.
Katharlak Lâik Miydi?
Katharlar, ne Languedoc ne de yakınında kendi başlarına, sadece bu inancı benimseyenlerin oluşturduğu bir toplum kurmuştu. Her yerde bir etnik topluluk oluşturmuşlardı ama küçük köylerde bile Katolikler ile bir arada yaşarlardı.
Katolik Kilisesi’nin dogmalarına, ilkelerine ve bastırmalarına karşı çıkmakla birlikte, bunlara içtenlikle inanan ya da ister istemez boyun eğen Katolikler ile herhangi bir alıp veremedikleri yoktu. Toplumda huzur ve uyum olması için, onu oluşturan bireylerin dinsel inancının da tıpatıp aynı olması gerektiğine ilişkin tezi çürütüyor gibiydiler.
Buna bakılınca Katharların tarihte lâikliğin ilkel düzeyde bile olsa bir örneğini vermiş oldukları söylenebilir mi?
Hayır!… Kathar inancını ve Katharların yaşam biçimini lâiklik ile bağdaştırmak doğru olmaz. Çünkü Katharların bir devleti yoktu. Güncel yaşamları da dinsel inançlarıyla sıkı sıkıya bağdaştırılmıştı. Bu bakımdan, sadece o çağda görülmesi zor, üstün düzeyde bir dinsel tolerans örneği göstermiş oldukları söylenebilir.
Katolik Kilisesi’nin dogmalarına karşı çıkmakla birlikte, bu sadece kendileri için geçerliydi. Herhangi bir çekişme ya da sürtüşmeye girişmekten kaçınır, sevgiyi öncelikli tutarlardı. Dolayısıyla, bir arada yaşadıkları Katolikleri hor görmez, onlara kendi benimsedikleri yola yönelmeleri bakımından önermede bulunmakla birlikte herhangi bir tarzda inanç saldırısında bulunmaz, herkesle iyi geçinmeyi öncelikli tutarlardı. Bilgiye ve kültüre çok önem vererek kendilerini dünyevî bakımdan da olabildiğince yetiştirmeyi benimsemiş oldukları için, bir arada yaşadıkları Katoliklerin de kafasını ister istemez kurcalayıp birçoğunun kendi dileğiyle Kathar inancını edinmesi bakımından hayli etkili oluyorlardı.
Bir tür misyonerlik… Fakat çok etkili bir misyonerlik çünkü bunun kapsamında sadece inanç değil, zengin ve yoksul, efendi ve köle gibi insanlar arasında ayırım güdülüp tutkular ve nefret uyandırılmasına da karşıtlık vardı.
Bir diğer deyişle Katharlar feodal toplum düzeni içinde yaşıyor, buna karşı hiçbir başkaldırıda bulunmuyor, fakat bu düzenin öğelerini sarsıcı nitelikli ilkeler ortaya koyuyorlardı. Bundan ötürü, Kathar olmayı benimsemese bile çok yandaşları oluyordu. Nitekim Katolik Kilisesi’ni en çok ürküten etkenlerden biri de buydu.
Devam Edecek…