Kendini beğenmişlik ve tepeden bakış epidemisi
Adamo’nun ünlü “Her yerde kar var” şarkısı; gündemin kaza, bela, kavga, cinayet, ağır ihmal, linç girişimi türünden haberlerini izlerken; nerdeyse “her yerde öfke, her yerde kan var”a dönüşüyor.
* * *
Futbolun gündemi biraz daha değişik; her ne kadar orada da, sille tokat çatışmalarla, hakemin üstüne yürümeler bitmiyor olsa bile…
* * *
Bir de “Jet sosyete” haberleri var. Jet sosyete, şimdiden bayram tatiline başlamış yurtdışına uçarak…
İstanbul’un değişik semt, sokak ve çarşılarında bir yığın da lokanta göze çarpıyor; kapılarının üstünde “Sosyete köftecisi”, “Sosyete kokareççisi”, “Sosyete börekçisi” diye yazan…
* * *
Ya reklamlar?…
“Şöyle giyinirseniz derhal fark edilirsiniz”, “Böyle tıraş olursanız derhal fark edilirsiniz”, “Fark atan araba, işte bu araba” falan filan..
* * *
“Sokaktaki vatandaş”, sıradan vatandaş…
Kentlere akan genç kuşaklar üstünde esen rüzgâr ise; sıra dışı olmak, havalı ve fark edilir olmak…
Kendini beğenmek ve önüne geleni küçümsemek, adeta salgın bir moda…
* * *
Gerçi “kendini beğenmişlik” eskiden de vardı; şimdilerde unutulmuş bazı halk deyimleri, onları şöyle tanımlardı:
-Küçük dağları ben yarattım, diye dolaşan biri…
-…
-Koltuklarının altına 2 karpuz sığmıyor…
-…
-Ekin iti gibi, kafası hep dik…
-…
-Ne oldum delisi olmuş… V.s.
* * *
Bir de aşırı “Ben” merkezli olma var:
-Ben kimim biliyor musun?
-…
-Ben işte bunu asla yapmazdım.
-…
-Ben bunu kaç kez söyledim o zamanki başbakana.
-…
-Benim bir huyum vardır, saygısızlığı asla affetmem.
-…
-Benim çocuklardan biri Tokyo’da, öteki New-York’ta çalışıyor. V.s.
* * *
Kabalık, bencillik, hödüklük, hırtlık, megalomanlık, resmiyet, kibarlık, zarafet, incelik, kıl kuyrukluk, yağcılık türü “tavır belirleyen soyut kavramlar”; tanımlaması çok zor olan kavramlar.
* * *
O nedenle de, isteyen istediğine dilediği etiketi çok kolay yapıştırıyor.
Biri, beğendiği biri için:
-Ne kadar iyi biliyor gönül almasını, derken; öteki:
-Bırak şu züppeyi, mutlaka vardır bir çıkarı, demede…
* * *
Romanlarda, öykülerde, tiyatro oyunlarında, filmlerde sürekli değişik insan tipleri, insan karakterleri işlenir.
Örneğin Conan Doyle’un yarattığı ünlü polis hafiyesi Sherlock Holmes; piposu, şapkası, dik duruşu ile kendini beğenmiş bir portredir.
Komser Kolombo ise; pardösüsü oraya buraya takılan, adresleri şaşıran, tam ayrılırken geri dönüp bir soru daha soran; saftirik, sevimli bir dedektif…
Ama suçluyu da mutlaka bulur.
* * *
2400 yıl önce de Socrates’in en aklını taktırdığı söz, Delfi tapınağının ön kapısı üstünde yazılı olan sözmüş; “Kendi kendini tanı.”
* * *
Mümkün müdür insanın kendi kendini tanıması?
İnsan, kendi yüzünü bile başkaları kadar göremeyen biri; hatta bazen aynada kendini gördükçe, şaşıran biri.
* * *
Ne diyor Cahit Sıtkı:
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
* * *
Kendi kendine övünüp durmanın, bir tatminsizlikten kaynaklandığı da bilimselleşmiştir.
Sadece “tatminsizliğin” nerden kökenlendiğini saptamak kolay değil.
Toplum olarak da, övünme dozu bir hayli aşırıya kaçmış durumdayız; toplumdaki çeşitli kutuplaşmalarda da öyle.
* * *
Gerçi Ziya Paşa:
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Demiş ama…
* * *
Birleşmiş Milletler’in yeni yayımladığı, 169 ülkeyi kapsayan “En yüksek insani gelişme endeksi”nde 83’üncü sıraya düşmüşüz.
Almanya 10’uncu sırada, Yunanistan 22’nci sırada.
* * *
AB İlerleme Raporu’nda ise yine Kıbrıs sorunu, en temel sorun.
“Yavru vatan” için, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği toplam 65 milyon euro’luk ağır para cezaları da dahil; kaç milyar dolar harcanmış olduğunu açıklayabilecek bir “ferd-i vahit, tek bir kişi” var mı Türkiye’de?
Bendeniz hiç sanmıyorum ve aklıma bir beyit geliyor:
Kendi muhtacı himmet bir dede
Nerde kaldı gayrıya himmet ede
* * *
Kim kendini beğenirse beğensin; mademki içi öyle rahat ediyor.
Socrates ise:
-Tek bildiğim şey, hiçbir şey bilmediğimdir, demiş.
2400 yıldan bu yana, hâlâ üstünde duruluyor söylediklerinin.
Çevresindekilere tepeden bakmak, silinip gitmekten kurtaramıyor kimseyi…
İlk yayın: Milliyet Gazetesi – 10.11.2010