Kendini Yontan Adam
Kendini Yontan Adam heykelini gördüğümde hepimizin hayatı boyunca aslında sadece ve sadece kendimizi yontmak, kusurlu taraflarımızı yok etmek, kendimizi kusursuz kılmak için uğraştığımız aklıma geldi. Bunu iyi bir insan olabilmek için yapıyoruz ve insan’ın insan olma çabasıdır dedim kendi içimden kendini yontmak ve iyi insan olmak.
Ama sonra, sonra iyi insan olmanın birçok kişi tarafından yanlış anlaşıldığını da fark ettim. Baktım ki, birçok kişi sadece başkalarına yardım etmenin, herkesle iyi geçinmenin, ailesine, eşine, çocuğuna ve dostlarına karşı hep iyi davranmanın, mesleğinde başarılı olmanın iyi insan olmak olduğunu düşünüyorlar. Çevre “bu iyi bir insan” desin istiyorlar. Evet bunlar da olmalı ama iyi insan olmak için bunlar yeterli mi? Peki siz bütün bunları yaparken ve herkes sizi beğenirken siz kendinizi hangi huylarınızla beğeniyorsunuz ya da beğeniyor musunuz aslında? Aynaya baktığınızda ne görüyorsunuz? Gördüğünüz kişi aynadaki siz misiniz yoksa siz misiniz? Herkes size iyi insan derken siz aslında geldiğiniz makamdan, ele ettiğiniz para ve güçten dolayı mı mutlusunuz? Peki sadece geçinecek kadar para kazansanız, bir konumunuz olmasa, bir göreve ulaşmak için bir çabanız olmasa yine mutlu olabilecek miydiniz? Kendinize aynaya bakarak sordunuz mu bunu? Sorduğunuz zaman kendinize evet diyebiliyor musunuz? Çünkü unutmayalım ki, sadece ve sadece kendimize yalan söyleyemeyiz. O soruyu sorup doğru olmadığını bildiğimiz halde evet cevabını verdiğimizde kimse değil ama biz, yani aynada bize bakan kişi değil de, asıl içsel kendimiz cevabın doğru olmadığını bilecektir. Peki kendimize yalan söylediğimizde bu yalanla nasıl başa çıkabiliriz? İçimiz rahat bir şekilde aynadan ayrılıp günlük işlerimize, hırslarımıza mı döneriz, yoksa aynanın önünden içimizde bir sızıyla mı ayrılırız?
Sanırım aynaya bakarak kendimizle hesaplaşmamız, bütün kusurlarımızı önce kendimize söylememiz ve söylediğimiz bu kusurları o andan itibaren bir daha samimiyetle yapmamaya başlamamız kendimizi ölçüp biçip, tartıp, yontmaya başlamamızın ilk adımı olsa gerek. Ama etrafımızı saran hırslı insanlardan, paranın gücünden, makamların şehvetinden nasıl sıyrılıp bu adımı atabiliriz? Bu sefer de o adımı attığımızda etrafımızdaki güç sahipleri bizi ezmez mi? O zaman acaba biz de onları ezip yukarı çıkmak ve sonra mı aynayla hesaplaşmaya girişmeliyiz dersiniz?
Ne çok soru oldu değil mi? Evet bütün bunları düşündüm kendini yontan adam heykelini gördüğümde.
Öyleyse hayatımızda kendi içimizde olabilmeyi öğrenmemiz gerekiyor demektir Huzura önce kendi içimizde, kendi içimizde bulunan şahısla varmalıyız gibi geliyor bana. Peki kendi içimizdeki şahsa nasıl ulaşacağız ki bir de sonra orada huzura varabilelim. Ve huzur yeterli midir iyi insan olup yontulmuş biri olmaya?
Elbette sorunun cevabı hayır olmalı. Yalnızlığa ulaşabilmeliyiz diye düşünüyorum ben öncelikle. Tamamen kendi başımıza kalıp yapayalnız bir halde düşünceye dalmalıyız. Şunu düşünmeliyiz diyorum; içimizde bir başka ben olduğunu hayal edelim onu belki hissetmeyeceğiz belki görmeyeceğiz ama, diyelim ki öyle biri var. O birine ulaşmaya çalışmak için tam bir sessizlik ortamında tam bir yalnızlığa ihtiyacımız var. Belki günlük işlerimizden biraz zaman ayırıp, ailemizden, çocuğumuzdan, günün bir saatinde belki kendi başımıza bir kenara çekilip düşüncelere dalmalı ve önce aynanın önüne gidip ona somut bir şekilde bakıp, kendimize kendimizi itiraf edebilmeli ama aynadaki kendi gözlerimize tam bir dürüstlük içinde ve gözümüzü kaçırmadan bakabildiğimizde, o zaman dönüp bu sefer içimizdeki aynaya bakıp, bu sefer ona ulaşabilmeye çalışmalıyız, derin düşünceler ortasında.
Bir gün, belki yıllarca sonra, bir anda belki yeterince arınmış olduğumuzu hissettiğimiz o anda, içimizdeki benle, içimizdeki ayna yoluyla bir bağlantı kurabiliriz diyorum ben. Acaba aydınlanmaya, ışığı görmeye de o zaman mı başlıyoruz dersiniz? Belki o andan itibaren düşünürlerin ünlü ölmeden ölümü görmek sözünü gerçeklemeye başlayabiliriz. Ve ölmüş akrabalarımızla, geride bıraktığımız dostlarımızla, düşmanlarımızla içten içe barışabiliriz ve böylece belki dönüp kendimizle de barışmaya başlayabiliriz. Ne zamana kadar, gerçekten elle tutulur bir şekilde kendi dışımıza çıkıp kendi içimizdeki kendimizi gördüğümüz zamana kadar.
Böylece kendimizi aynı o heykeldeki gibi yontmaya başlayabilir, hatalarımızı, kusurlarımızı, yanlışlarımızı, hırslarımızı, haksızlıkları tek tek yok etmeye çalışarak o heykeldeki gibi pürüzsüz ve iyi bir insan olabilmek için içsel benliğimizi parlatabiliriz belki ama, şu muhakkak ki, yine tıpkı heykelde olduğu gibi kocaman bir küp taşı içten içe yontmaya başlayıp, dış tabakasına ulaşıp, oradaki bütün kirleri ya da çentikleri temizleyip aşağıdan yukarıya, benliğimize ya da beynimize kadar taşımızın, ruhumuzun, kişiliğimizin her bir noktasında sonsuz bir çabayla, usta bir heykeltıraş gibi çalışmalıyız.
İşte o zaman öyle kusursuz bir yüzey olabiliriz ki, başkaları için bir ayna gibi yansıtma özelliğimiz ortaya çıkabilir. İşte iyi insan olmak bu olsa gerek, aydınlanmasını başkalarına ayna olabilecek kadar iyi yansıtabilecek bir yüzey elde eden kişi.
Bunlar elbette yazının son cümleleri ama bu tıpkı güneşin battığı yerden doğduğu yere doğru ya da Mordor Dağı’na yaptığımız yolculuk gibi. Bu ayna yüzeyine sahip olabilmek bu yolculuğun ilk katmanı olsa gerek. Daha yolun çok başındayız ve bu yansıma yapan ruhsal kişilik belki bir sonraki aşamada daha ince bir işçiliğe tabi tutup kendisini, belki kristal bir yüzey halini alacaktır. Ve sonraki aşamada kendisi o kadar derin bir ayna olacaktır ki, orada olduğu halde artık hiç görünmeyecek ve şeffaf varlığıyla insanların içsel dünyalarına ulaşabilip onlara rehber olmayı o şekilde sürdürecektir. Işığa giden yolculuğunun sonsuz zaman alacağını bilerek ama bu yolda hep çaba göstererek…