Kilise Mihrabında Marilyn Monroe
Amsterdam’ın ana meydanlarından birinde ilginç bir serginin ilanı vardı. Bu sergi gelmiş geçmiş en ünlü yıldızlardan biri olan Marilyn Monroe’nun 90. yaş gününü kutlamak üzere düzenlenmişti. Buraya kadar her şey tamamdı. Yalnız sergi bir kilisede düzenlenmişti. Ta 15. yüzyıldan kalma bir Hollanda kilisesinde, Amerikalı bir seks sembolüne ait bir sergi vardı. Kilisenin mihrabında, alışık olduğumuz haç, İsa, Meryem yerine, devasa bir Marilyn Monroe bulunuyordu.
15. yüzyıl, Protestanların, sadece Katolikliğe ve papalık sistemine başkaldırdığı, kilise hakimiyetini reddettiği zamanlar değildi. Aynı zamanda, genel yargının aksine, Protestanların çok daha tutucu, dünyevi zevklerin kısıtlanmış olduğu bir toplum yaratmaya başladıkları da bir dönemdi. Zevke dayalı tüketim azaltılmış, ruhban sınıfın hegemonyasına dur denmişti. Vatikan yüzyıllardır israfın, tüketim ve savaş dahil her halinin yöneticisiydi. İşte o dönemde tüm bunlara karşı çıkarak, şimdi kapitalizm diye bildiğimiz, sermaye birikiminin ortaya çıkartacağı sistemin de temelleri atıldı.
Marilyn Monroe, o kilisenin yapıldığı tarihten beş yüz yıl sonra doğmuştu. II. Dünya Savaşı sonrası, tutucu toplumsal yapının ve komünizm karşıtlığının kol gezdiği 1950’lerin Amerika’sının, kurallara uymamakta ısrarcı film oyuncusuydu. Temsil ettiği bütün değerlerle, kültürel bir ikon oldu. Sözleri hala konuşulur: “Eğer bütün kuralları göz önünde bulunduracak olsaydım, hiç bir yere varamazdım”; “Korku aptalcadır, pişmanlık da”. Sözleri, esprileri, kitaplara, belgesellere, sergilere hep ilham verir.
Sergi için oldukça güzel bir belgesel de hazırlanmıştı. Çocukluğunun çoğunu yetimhanelerde ya da koruyucu ailelerde geçiren, çok erken yaşlarında bir asker eşi olan sıradan bir Amerikan kızının, milyonların sevgilisi haline gelmesi, bir film kadar ilginç. Gerçekler her zaman daha çarpıcı değil midir?
Kilisenin koridorlarında Marilyn Monroe’nun kıyafetleri, özel eşyaları da sergileniyordu. Onun hakkında ne çok şey bildiğime şaşırdım. Sonradan anımsadım ki, filmlerinin çoğunu birkaç kez izlemiş, üzerine yazılmış yazıları okumuştum. Hatta satın aldığım ilk İngilizce kitaplardan biri onun Erkekler Sarışınları Sever filminin senaryosunun dayandığı Anita Loos’un Erkekler Sarışınları Tercih Eder, Ama Kumrallarla Evlenir kitabıydı. Ünlü filmi Bazıları Sıcak Sever’i ise ne zaman izlesem, gülerim. Marilyn’i izlemek, aynı Türkan Şoray’ı ya da Audrey Hepburn’ü izlemek gibi, her zaman zevklidir. Onun hakkında bu kadar çok şey bilmek kadar doğal hiç bir şey yoktu aslında: Ünlü bir film oyuncusu olmak kültürel tüketimin ve marka yaratmanın yöntemlerinin iyi kullanılmasından başka nedir ki?
Belgesellere, kitaplara, arkadaşlarının anlattığına göre Marilyn filmlerinde oynadığı aptal, seksi sarışından oldukça farklıdır. Zeki, entelektüel bir kadındır. Sergide okuduğu kitaplar da vardı. Bir tanesi de sergileniyordu: Theodore Draper’ın Amerikan Komünist Partisinin tarihini anlattığı kitabı Amerika’daki Komünizmin Kökleri. Onun hakkındaki bu tür bilgilerin çoğunu bilmeyiz. Popüler kültürün ikonu olabilmek için, popüler yani herkesin hoşuna gidecek, derinlemesine bilgi sahibi olmaksızın da hoşlanılabilecek konuların öne çıkması gerekir. Komünizm konusunda okumak, hiç bir zaman bunlardan biri olmamıştır.
Renkli filmlerin, müzikallerin piyasayı kasıp kavurduğu 1950lerde, film endüstrisi tabii ki “aptal ve seksi sarışın” görüntüsünün daha iyi satacağını öngördü. Marilyn arzu ettiği ciddi ve oyunculuk yeteneğini kanıtlayacağı rollere kavuşamadı. Dahası beyazperde de kendini değil de, senaristlerin yazdığı rolü oynadığına kimseyi inandıramadı. Zeki ve bilgi haliyle, onu yine o kadar çok sever miydik?
Doğumundan doksan yıl, ölümünden de elli beş yıl sonra, onu gördüğümüz yer kilise mihrapları.
Demek bir kilisede kutsal kişilerinin ve hikayelerinin anlatıldığı ikonaların yerinde, kapitalizmin en büyük dinamolarından biri olan film endüstrisinin ikonunu görebildiğimiz zamanlardayız?
Hristiyan tutuculuğunun kalelerinden, bir Protestan kilisesinde, İsa’nın yerine bir seks sembolünü görebiliyorsak, demek kapitalizm, dini tutuculuğu değiştirebildi? O zaman belki kapitalist vahşiliğin de değişim geçireceği zamanlar er geç gelecektir.
Tüm bunlar bize bazı şeylerin en beklenmedik şekilde değişebileceğinden başka ne gösteriyor ki?