Kızıl Ay’ın Söylencesi
Evine doğru giderken her gece olduğu gibi apar topar eve girmek istemediğini hissetti… Her zaman indiği durakta indi otobüsten. Ama karşıya geçemedi… Geçseydi, ayaklarının onu otomatik pilotta eve götüreceğini biliyordu.
Otobüsten indiği gibi yolun karşısına bile bakmadan sahile doğru yürümeye başladı. Zaten yürüyebileceği başka bir yön de yoktu…
Evine gittiği sokağa sırtını verdiği gibi sahile doğru emin ama yavaş adımlarla yürümeye başladı. Sahile geldiğinde onu gün batımında yumuşamış ve her an daha da yumuşak dokunuşlarla yere değen ışıklar ile renklenmiş sahile baktı. İçine çektiği ilk derin nefeste denizin kokusu başını döndürdü. Balıkların kokusu ile karıştırırdı bu kokuyu… Denizin kokusu mu balık kokardı yoksa balıkların kokusu mu deniz, çözememişti hiç…
Günün geceye kavuşmasına şahitlik etti. Geçen bir kaç günün aksine uysal bir esinti vardı; incecikten… Adalar’dan gelen esinti o kadar mülayimdi ki, saçlarına değen her esinti saçlarının arasında ferahlık hissi bırakıyordu.
Sahilde yürüyenleri, koşanları, bisiklete binenleri izledi. Yürürken tartışanları, uzay sessizliğinde yürüyen çiftleri, yüksek perdeden telefonla konuşanları, müzik dinleyerek dinlediği müziğin temposunda yürüyen kan ter içinde kilo vermeye çalışanları gözlemledi.
Güneş yeni gitmişti ve gökte Ay, o gitmeden yerini ışıltısıyla çoktan almıştı. Küçüklüğünün “ay dede” biçimindeydi; uçarı sivri ve içi oyuk… Küçüklüğünden beri Ay’ın bu halinde her iki ucuna da bir şeyler asmak istemişti. Mesela birine elindeki torbayı diğerine de boynunda taşıdığı çantayı asabilirdi…
Bir gözü Ay’da bir gözü denizde, yüzünü okşayan esinti ile sessizliğin ortasında bir keyif anındaydı… Gözlerini kapattı bir süre… Tam da o sırada yanından geçen biri “Afedersiniz, ateşinizi alabilir miyim?” diye gözlerini açmasına sebep oldu. Sağ elinde yanar haldeki sigarasını uzattı gözlerinin isteği dışında açılmasından memnun olmayan yüz ifadesi ile…
“Eyvallah…” diye sigarasını uzatıp devam etti adam. Gözü takılmıştı bir kere. Ardından bakarken, bir elindeki olta ve diğer elindeki kova, sandalye ve diğer malzemeleri ile izler olmuştu sigarasını tüttürerek giden balıkçıyı…
Hemen karşısında koyun tam ucundaki dalgakıranın ucuna kadar gitti balıkçı… Alacakaranlıkta hala seçiliyordu ama karanlık olduğunda görülemeyecekti. Oltasını ve sandalyesini kurup “vira bismillah” oltanın denize ilk giriş sesini duydu onca uzaklıktan; ve oltanın denizin derinliklerine doğru gidişini ve o gidiş sırasında etraftaki balıkların telaşlarını…
Biliyordu; balıkçı da balık tutmak için gelmemişti o akşam. Ne kadar emindi bu düşünceden? Kendisinin eve gitmek istemediği kadar emindi nerdeyse…
Bir gözü Ay’da bir gözü balıkçıda ve arada gözlerinden birisi yoldan geçenlerde… Geçti zaman… Bir kaç saat…
Ay çok fazla kalmayacaktı gökte o gece; belliydi… Sanki yaklaşan dolunayın uvertürüydü… Denizin sakinliğinde upuzun bir ışık izi bırakıyordu ufka doğru yaklaştıkça Ay…
Ay’ın, ufka yaklaştıkça renginin değiştiğini farketti. Giderek sarı olmuştu rengi.
Saat çok geç olmamıştı… O bankta hala oturuyordu, balıkçı dalgakıranın ucunda oltasını arada oltasını atıp çekiyordu, Ay ufka yaklaşıyor, yaklaştıkça rengi kızıla dönüyordu…
“Uuuu!” dedi gözlerini kısarak… Bu gece eşsiz bir Ay batımına şahit olacağım…
İşte tam da o sırada balıkçı birbirine eklediği sigaraların birinin dumanının içinden attı oltasını denize… Tam da o sırada değmişti Ay’ın ucu denize… Ay’ın başı dönmüştü deniz kokusundan; kokunun balık kokusu mu yoksa deniz kokusu mu olduğunu bilmeyerek… Dönen baş, birden atılan olta ile buluştu. Balıkçı çekti misinasını, Ay durmadı ufukta…
Balıkçı o gece hiç balık tutmamıştı ama Ay tutacağını da düşünmemişti.
Ay, ağır ağır yok olurken ufukta Balıkçı’nın misinasını da çekiyordu bir yandan. Balıkçı ne yapacağını bilemedi önce. Misinayı mı kesseydi yoksa oltayı mı çekseydi… Ay’ı çekmeye yetmeyecek kadar güçlüydü. Anlık bir karar ile oltasına sıkı sıkı yapıştı.
Bankta tüm bunları izlerken birden nefessiz ayağa kalktı. Dalgakıranın ucuna yetişemeyecek kadar uzaktaydı. Balıkçı’nın oltayı atış hızında dalgakırandan havalandığını gördü. Çevresine baktı; “bir ben mi görüyorum?” acaba diye. Belki de bir o görüyordu olanları ve farkındaydı…
Balıkçının oltanı attığı kavisin çok daha büyüğü ile ufka doğru karanlığa gidişini izledi…
Dalgakıranda bir küçük portatif sandalye, tutulursa diye içine su konmuş bir plastik kap ve çevresindeki onlarca sigara izmariti kalmıştı o gece Kılız Ay’ın kaçırdığı Balıkçıdan geriye…