Leyla’nın evi
Türü : Roman
Yazan : Zülfü Livaneli
Yayınevi : Remzi
Basım Tarihi : Mayıs 2006
Sayfa Sayısı: 271
Romana adını veren Leyla, Bosnalılar yalısının sahibi Abdullah Avni paşanın torunu. Tam bir osmanlı hanımefendisi ve bir asilzade. İstanbul’un işgal yıllarında paşanın kızı Handan bir ingiliz subayına aşık olur ve Leyla da bu aşkın çocuğudur.
Ali Yekta senelerce yalılarda uşaklık yaparak oğlu Ömeri okutmuş, iyi bir mevkiye gelmesi için uğraşmış bir adam. Artık mesleğini bırakmak ve çok daha iyi bir yaşamın içinde olmak arzusunda. Ömer ve karısı Necla sahte bir belge düzenleyerek, Leyla’nın evini elinden alırlar. O da bahçedeki küçük müştemilatta kalmaya başlar. Fakat Necla orayı yenileyip, misafirler için kullanmaya karar verince, yaşlı kadın kendini sokakta bulur. Senelerdir o evde yaşamış olan Leyla, hayata karşı savunmasız ve yapayalnız kalmıştır. Haline acıyan uzaktan akrabası Yusuf, onu Cihangirdeki evine götürdüğünde, Leyla kendini çok farklı bir yaşamın içinde bulacaktır. Yusuf’un sevgilisi Rukiye, Almanya da yaşayan bir işçi ailesinin kızıdır. Kendine Roxy adını seçmiş,bir dönem striptizcilik yapmış, kötü bir geçmişi olan, kendi kültürüne yabancılaşmış, hip hop müzik yapmak isteyen bu kızla önceleri hiç anlaşamasalar da, zamanla Roxy ile Leyla arasında bir yakınlık başlar. Bu arada Leyla, Yusuf’un da yardımıyla, evini geri alabilmek için zorlu bir mücadeleye girişir.
Ali Yekta oğlunun yeni evinde kendine bir oda ayrılmasını istediğinde, gelini bunu kabul etmez. Arkasından ileri geri konuştuğunu duyduğu Necla’yı tabancasıyla vurur. Roxy hamileliğini ilk kez Leyla ile paylaşır, eski kimliğine geri döner ve Yusufa evlenme teklif eder. Yusuf işinde terfi etmiş, Leyla evini geri kazanmış ve genç çift kızlarına onun ismini vermişlerdir. Yaşlı kadının ölümünden sonra evini küçük kıza bıraktığını öğrenirler.
Roman bambaşka hayat tarzlarına sahip insanların, biraz empatiyle hayata birlikte tutunma hikayelerini oldukça etkileyici bir anlatımla sunmuş okurlara. Savaş, yalı hayatının şatafatı, Boğaziçi’nin güzellikleri yan konular olarak, kitabın lezzetini kat be kat artırıyor.
Livaneli doyumsuz üslubuyla, su misali akıtıyor satırları. Sade bir dille, gösterişli cümleler kuruyor. Yürekleri ısıtıyor, gözyaşlarını akıtıyor. Hüznün keyfiyle, tarihin kokusu içiçe geçiyor. Vefasızlıklar, hırslar, insanlara özgü her türlü hale, naiflik içinde dokunduruyor kalemini. Romanda sıkça yer verilen Leyla’nın monologları kurguyu sağlamlaştırıyor.
Leyla o yaşında, hayatın hiç bilmediği yollarında yürüyor. Daha önce hiç karşılaşmadığı insanların yaşadıklarına ortak oluyor. Hiç duymadığı öyküler dinliyor. Kendini onlara anlatmaya çalışırken, hiç farkında olmadan onların bir parçası haline geliyor. İstanbul’un yeni yüzüyle tanışıyor. Şehzade Cihangir’in acılarını, onun adını almış Cihangir semtinin dokusunda duyumsuyor.
Leyla’nın Evi, Nedim Saban tarafından tiyatroya da aktarılmış ve ilgiyle karşılanmıştır.