Meselenin Özü: Sabır, Ya Sabır…
Her birimiz hayatın içinde pürtelaş koşarak yaşamıyor muyuz? Sanki hayat kaçıyor, biz ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyleri yakalamaya çalışıyoruz. Oysa bir tek günün içinde bir hayat değişebilir. Bir gün içinde doğabilir, hastalanabilir, evlenebilir, hayatımızın en iyi ya da en kötü anlarını yaşayabilir, aşık olabilir ve hatta ölebiliriz. Unutuyoruz. Unuttuğumuz için de, sanki elimizden yaşamı alıvereceklermiş gibi koşturarak, bazen birbirimizin hayallerinin üzerine basarak, bazen hırslarımıza yenik düşerek, bazen öfkenin esiri olarak harcıyoruz zamanı.
Her birimiz, istisnasız hepimiz yakalayabileceğimiz anların peşinde ömür tüketiyoruz. Çünkü bir “anı yaşa” felsefesidir türedi gitti. Oysa yaşamın değeri bilinen anlardan oluştuğunu idrak ederken insanoğlu, başka bir şeyin gücünü, sihrini unutuyor aslında. Bazen bir tek anın yaşanabilmesinin, bir çok anda gerçekleştirilebilen “sabır” olduğunun sihrini unutuyor…
Çünkü sabır öyle bir erdem ki, haklıyı haksızdan, adaletsizi adaletliden, nefreti sevgiden, yalanı doğrudan bir anda ayırıverir. Sabır ruhu sükunete erdirir, ayna tutar gerçek kimliklerimize.
Sabır öğretir. Beklemeyi, dua etmeyi, teslimiyetin gerçek anlamını, dinlemeyi, duymayı, bilmeyi öğretir.
Gerçeği fark ettirir sabır. Kim olduğunu, neyin parçası olduğunu öğretir. Yokken, var olana inanmayı öğretir sabır. O yüzden zordur, o yüzden sınavıdır ya insanoğlunun.
En direndiklerinizin kalbe en yakın olanlar olduğunu bir anda fark etmenize yol açan şey de sabrın ta kendisidir zaten.
Yeryüzünde karşılaşıp sınava durduğumuz her meselenin özü sabır aslında… Ve bunu en güzel anlatan hikaye de bu belki de:
Sadi Şirazi bir gün yolda yürüyordur. Yol uzun, hava çok sıcaktır.
Yürümekten yorgun, havanın sıcaklığından bitkin düşe düşe kilometrelerce ilerler ve bu arada öyle susamıştır ki etrafına bakınmaya başlar.
Az ileride bir çeşme görür, yanına doğru yürümeye başlar. Çeşmeye vardığında o kadar susuz kalmıştır ki çeşmenin altındaki taşı geç fark eder. Taşın üzerinde kocaman bir delik açılmıştır.
“Allah allah”, der içinden. “Su akmıyordu ki, bu taş nasıl delinir?”
Bunları düşünürken, kapattığı çeşmeden minik minik damlayan suyu fark eder ve suyun damladığı yere bakınca damlaların bire bir deliğe denk düştüğünü ayrımsar. Kendi kendine gülümser ve şöyle der:
“Çünkü taşı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir.”
Çünkü meselenin özü, sabır ya sabır… Sabırla, damlaların gücüyle kalmanız dileğiyle…