Nüans
Kavramları tanımlamak zordur…
Zira, bir şeyi tanımlamaya kalktığında, onun sınırlarını da belirlemiş
olur insan…
Tanımlama esnasında sınır hataları da olasıdır elbette…
Yanılgılar da yaşayabilir insan…
Bazen, çok benzer gibi görünen tanımlar arasında uçurumdan farksız
nüanslar olabilir…
Farkında olmadığımız…
Göremediğimiz…
Belki de görmek istemediğimiz…
***
Söz konusu olan matematik veya fizikse, nispeten daha kolaylaşır insanın
işi…
“Bir şey aynı anda hem A hem B olamaz.” dersiniz misal…
Dolayısıyla “Bu, ‘A’dır.” dediğinizde ‘A’yı tanımlamış olursunuz…
Sınırları tayin ederken, neyin ve neden A olup olamayacağını de
netleştirirsiniz usunuzda…
A’yı tanımlarken A’nın üzerinden B’yi de tanımlamış olursunuz hatta…
Öyle ya, “A” olmayan “B”dir…
Ama mümkün müdür hayatı da bilimsel formüllerle açıklamak?
***
Yaşadıklarımızı, hissettiklerimizi, kavramların bizde yarattığı
algıları tanımlamak bu kadar kolay değil…
Bazen A, B olur.
Bazen B, A’ya dönüşür…
Bazen A da B de, ancak birlikteyken var olur…
Biri eksikse, diğeri de yoktur bazen…
İfade ettiğim gibi, “Tanımlamak sınır çizmektir.”
Oysa hayat, iç içe geçmiş kaoslar bütünüdür…
Tek bir tanımla asla açıklayamayacağımız…
Ne hep mutlu, ne hep acı…
Ne hep yaşanası, ne de hep vazgeçilesi…
“Hayat güzeldir.” yaklaşımı, bu bağlamda, çürümüş bir hipotezdir benim
gözümde…
Bu tümevarımı, bu genellemeyi reddederim hep…
“Hayat, bazen güzeldir.” çıkarımı çok daha rasyonel görünür bana bu yüzden…
***
Sanıyorum yanlışı, kavramları, yaşanmışlıkları tanımlamaya
kalktığımızda yapıyoruz…
Kavramlar ve bu kavramlara dair yaptığımız tanımlar arasında sıkışıp
kalıyoruz…
Oysa arada nüanslar var…
Bildiğimizi sandığımız gerçekle çeliştiğinde yüzleşiyoruz ancak bu
nüanslarla…
Ve tepetaklak geliyor o güne kadar yaptığımız tüm tanımlar…
Sınırlar yerle bir oluyor.
Sonuçta kavramların “Araf”ında, inatla, nafile tanımlama çabasına
kalkışıyoruz yaşadıklarımızı…
***
Bazen kavramları tanımlarken sınırları öyle geniş ve başıboş bırakıyoruz
ki…
Örnek mi?
Mesela tanımak ve bilmek kavramlarının illüzyonuna kapılıyoruz çoğu zaman…
Oysa büyük fark var aralarında…
Tanımak ve bilmek iç içe geçiyor…
Ki, işte bu noktada hata yapmaya başlıyoruz…
Hayatımıza aldığımız bazı kimseleri çok iyi “tanıdığımızı” sanıyoruz…
Kendimize buna inandırıyoruz…
Ama hiç beklemediğimiz bir davranışlarına…
Hiç görmediğimiz yüzlerine tanık olduğumuzda farkına varıyoruz gerçeğin…
Tanıdığımızı sandığımız kişileri sadece “bildiğimizi” fark ediyoruz…
***
Dost ve arkadaş arasındaki boşluğa da bu yüzden düşmüyor muyuz?
Bu iki kavramı çok karıştırdığımız kanaatindeyim…
Dost ile arkadaş aynı şeyler değil bence son tahlilde…
Arkadaş nicel bir kelime…
Hepimizin birçok arkadaşı olur hayatta…
Okul arkadaşları…
İş arkadaşları…
Oyun arkadaşları…
Asker arkadaşları…
Vs…
İşte kelimenin kullanış şekli bile “dost” kelimesinin nitel yönünü
ortaya koymuyor mu?
Dost çok farklı bir kavram…
Kardeş kelimesinin bir tık altında konumlandırıyorum ben dostu…
Hatta, kardeşliğin de ötesine geçen dostlukların mevcudiyetinin bizzat
tanığıyım.
Yaşamlarımızda “Dostum” payesiyle onurlandırdığımız kimselerin aslında
herhangi bir arkadaştan öteye geçemediğini gördüğümüzde netleşiyor
gözümüzde nüans…
***
Devam edelim tanım karmaşalarına…
Korkmak ile saygı duymak kavramları arasında da belirgin bir nüans var
aslında…
İnsan saygı duyduğundan korkar, çekinir…
İncitmekten, kırıcı olmaktan imtina eder…
Ama korkuda saygı yoktur…
Korkmak tamamen korunma hissinin bir sonucudur.
Kendisine zarar verme ihtimali olan kişiden korkar insan…
Ama çoğu zaman görmez, ya da görmek istemez insanlar aradaki bu nüansı…
Çalışanların kendisinden ödünün patladığını gören yönetici şahsına saygı
duyulduğu hissine kapılır.
Kandırır kendisini…
***
Tolerans ve tahammül de bu kaostan nasibini alan kavramlardır aslında…
Bazen düpedüz “tahammül”ü, toleransla, hoşgörüyle karıştırırız…
Hoşgörüde takdir vardır…
Yani bize ters gelse de, karşımızdakinin fikrini, tavrını alttan alabiliriz…
Ama bazen öyle mantıksız önermeler duyarız ki…
Artık o noktada olay hoşgörüden çıkar, tahammüle girer…
Liberal ekonomiyi savunan bir insan devletçi politikaları savunan
birisine hoşgörü gösterebilir…
Ama dünyanın öküzün iki boynuzu arasında durduğunu iddia eden birisine
hoşgörü gösterebilir misiniz?
Bu olsa olsa tahammüldür…
Tabii bir yere kadar…
***
Görmek ve bakmak kavramlarının arasındaki farka dair eminim birçok yazı
okumuşsunuzdur…
Aynı korelasyonu dinlemek ve duymak arasında da kurabiliriz pekâlâ…
Çoğu zaman dinleriz ama duymayız…
Dinlemek nötr bir eylemdir…
Ama duymak, bizim kendi özgür irademizle verdiğimiz bir karardır…
İşte bu noktada bir başka kavram karmaşası çalar kapımızı.
Söylemek ve anlatmak…
Bazen çok şey söyleriz ama hiçbir şey anlatmayız.
Bazen çok şey anlatırız ama karşımızdaki bizi duymaz, sadece dinler…
Görüyorsunuz ya, aslında her şey kavramların arasındaki nüansta saklı…
Ve kavramların tanımlamasını yapan da bizleriz…
Dolayısıyla hatalarımız tamamen bize ait…
***
Aşık olmak ve sevmek arasında da bir nüans vardır bu bağlamda…
İnsan aşık olduğunu sevmeyebilir, ama sevdiğimiz kişiye mutlaka
öncesinde aşık olmuşuzdur…
Aşk sevginin ilk safhasıdır…
Sevgi ise ölümsüzdür…
Aradaki nüansı gözden kaçırırsak, hata kaçınılmazdır…
Aşık olduğumuzu sanır evleniriz, sevmediğimizi anladığımızda da boşanırız…
Alışmak ve benimsemek de aynı şeyler değildir misal…
Özgürlüğünü elinden aldığınız birisi belki bu duruma alışabilir…
İsyankâr ruh, zamanla yeni koşullara uyum gösterebilir…
Ama bu benimsemek değildir asla…
Tutsaklığı kanıksamaz insan…
Sadece bu hissin özlemiyle yaşamaya alışır…
Büyük nüans vardır her iki durum arasında aslında…
***
Hayat bize dersini bu nüanslar aracılığıyla verir aslında…
Dost dediklerimizin aslında herhangi bir arkadaştan öteye geçemediklerini…
Saygı duyduğumuzu sandıklarımıza aslında sadece içi boş bir korku
beslediğimizi…
Tanıdığımızı sandıklarımızı aslında sadece bildiğimizi…
Yıllarca dinlediklerimizi bir kez bile duyamadığımızı…
Aşık olduğumuzu sandığımız kimselere aslında hiç sevgi duymamış olduğumuzu…
Özetle, sandığımız ile yaşadığımız arasındaki nüansı fark ettiğimizde
gerçek tanımına kavuşur kavramlar…
Çocukluk anılarımızı süsleyen, pembe “pamuk şeker” misali…
Ne tek başına pamuk…
Ne de sadece şeker…
Pamuk desek, olmaz…
Şeker desek, uymaz…
Arada nüans var…
Ve öz de, bu nüansta gizli aslında…