Ofsayta Düşen Oyuncuyu Kovalamak!
Yalan yanlış dahi olsa fikrini ifade edebiliyor musun? Fikrini ifade ettin diye başına bir şey gelmeyebiliyor mu? Kendini ifade ederken nefret söylemine başvurmaktan kaçındın mı? Bunların hepsine de evet denilebiliyorsa, ancak bundan sonra, söylenen şeyin doğru olup olmadığını irdelemek gündeme gelebilir.
“Söylediklerinize katılmıyorum, fakat bunu söyleme hakkınızı ölümüm pahasına savunurum”. Hatalı olarak Voltaire’e atfedilen bu söz tolerans konusunda öne çıkan iki ünlü sözden birisi bence.
Bu söz ıskalanılan bir hususun altını çizmesi açısından çok önemli. İçerikten önce şekil şartı gelir. Şekil şartının toplumsal yaşamda belki de en görkemli eserleri demokrasi ve ifade özgürlüğü.
Demokrasinin olduğu bir ortamda bir insan düşüncelerini özgür bir şekilde ifade edebilmekte mi? Bunları ifade ederken ya da ettikten sonra başına bir şey geliyor mu?
Eğer bu sorulardan bir adım geriye gidip işin içine bir de otosansürü eklersek problemin adı değişir. Sorun “ifade özgürlüğü var mı/yok mu?” olmaktan çıkar “düşünce özgürlüğü var mı/yok mu?”ya döner.
İfade özgürlüğünün bir sınırı var mı? Elbette var! Demokrasi biraz da ötekinin de beriki kadar yaşama hakkı olduğunu kabul etme sanatıysa eğer; var! Bu sınır eylem ile ilgilidir. Burada da şekil yerini ikinci ögeye bırakır; içerik!
Kişi demokrasinin olduğu yerde kendini ifade edebildi. Sorun çıkmadı. Peki ne dedi? Şimdi orayı irdeleyelim. Ama şeklen, doğru olup olmadığına bakmadan.
Mesela “Bence sen yanlış yapıyorsun; böyle yapma” demiş olsun. Bu içerik seni rencide ediyor mu? Kendini aşağılanmış hissediyor musun? Senin şahsına bir hakaret veya tehdit var mı? Yok!
O zaman bu ifade özgürlüğünün, ötekinin düşüncelerini kamu ile paylaşmasının bir örneğidir. O kadar. (Dikkat! İçeriğin doğru ya da yanlış olması gerekmiyor! Yani sen yanlışsın dediğinde bunu diyenin haklı veya haksız olmasının bu aşamada hiçbir değeri yok).
Mesela “Akıllı ol, böyle yapma yoksa seni öldürürüm” demiş olsun. Yukarıdaki soruları tekrar soralım: Bu içerik seni rencide ediyor mu? Kendini aşağılanmış hissediyor musun? Bir tehdit ya da hakaret var mı? Evet! Açıkça ölüm tehdidi var.
O zaman bu ifade özgürlüğü sınırları içinde ele alınamaz. Bunun adı nefret söylemidir (Dikkat! Burada da öldürme eyleminin gerçekleşip gerçekleşmemesinin bir anlamı yok. Çünkü daha hala “söylem” düzeyindeyiz).
Bin yüz küsür kişi ifade özgürlüğü hakkını kullanarak kendini ifade etti. Hem de ulus olarak çok hassas olduğumuz bir konunun en hassas anında. Şekil şartını yerine getirdi; içerik olarak da herhangi bir nefret söylemine giden tehdit vb lafzını kullanmadı. Yani aslında düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, nefret söylemi-nefret eylemi gibi konularda pek başarılı bir tablosu olmayan, bu olguları birbirine karıştırmasıyla ünlenmiş, moral olarak da canının en sıkkın olduğu bir anda Türk toplumunu ajite edercesine.
Belki de amaç zaten böyle bir ajitasyon yaratmak ve asabi kamu yönetimini ulusal ve uluslararası arenada zor hatta hatalı duruma, amiyane tabirle, ofsayta düşürmekti. Görüldüğü kadarıyla bariz bir şekilde ofsayta düştük.
Denilecek ki “Yahu kardeşim bu beyanın içindeki yanlı tümcelerin, yalanın, yanlışın tabloda hiç mi yeri yok?” Artık öğrenmemiz gerekiyor ki; buraya kadar “yok”. Doğru da olsa yanlış da olsa yok. Neden? Çünkü doğruluk/yanlışlık ancak yukarıda ifade edilen merhaleler kazasız belasız atlatılabilirse gündeme gelebilecek bir olgu. Yani?
Yalan yanlış dahi olsa fikrini ifade edebiliyor musun? Fikrini ifade ettin diye başına bir şey gelmeyebiliyor mu? Kendini ifade ederken nefret söylemine başvurmaktan kaçındın mı?
Bunların hepsine de evet denilebiliyorsa, ancak bundan sonra, söylenen şeyin doğru olup olmadığını irdelemek gündeme gelebilir.
Ayrıca şöyle de düşünmek lazım. Zaten Türkiye bu tür durumlarda ofsayta düşmemeyi becerebilse, bu tür dilekçeler, açıklamalar da ya yapılmaz ya da yapılsa bile altında bin değil iki bin imza dahi olsa ses getirmez! Ne paradoks değil mi?
Şöyle bir tablo düşünün: Adam iki metre ofsayt. Karşı takımın seyircileri ofsayt diye bağırıyor. Ofsayta düşmüş futbolcu belki de sinirleri germek için hiç oralı değil, herkes durduğu halde oyuna devam edip, şutu çekiyor ve topu ağlara gönderiyor.
Bir sonraki sahnede bakıyoruz ki rakip takım oyuncuları ofsayta düşmüş oyuncuyu saha içinde kovalıyor. Böyle bir sahne tarihe nasıl geçerdi? Ofsayt oldu diye mi? Ofsayta düşen oyuncuyu saha içinde kovaladılar diye mi?
Not: Merak edenler için toleransla ilgili diğer ünlü söz Helen Keller’a ait : “Eğitimde gelinebilecek en üst düzey, toleranstır”.