Ölçülü Davranış
M.Ö.5.yüzyılda Demokritostarafından dile getirilen atomculuk, yani maddenin bölünemeyecek kadar küçük “bölünemez öz”’den oluşabileceği tezinin dikkate alınmamasının, aynı dönem yaşamış Sokrates, Platon ve Aristo’nunkendisinden daha ünlü olduğundan dolayı olduğunu düşündüğüm olmuştur. Demem o ki, ünlenmeyi, keşfedilmeyi beklemeden düşündüklerimizi paylaşmak çok değerli.
Ölçülü davranmak kendimizi başkasının yerine koymak bakımından bir erdem. Ilımlılık, dengelilik, tutarlılık ve düşünceli davranış anlamlarıyla da bilgeliğin önemli öğelerinden biri olma durumunda.
Güncel bir soru ile başlarsak, bireylerin yaşadığı ülkenin yasalarının veya uygulamalarının temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı olması durumunda, bu ülkenin yasalarına uyması ölçülü bir davranış olarak kabul edilmeli midir? 2400 yıl önce Sokrates, yasalara uymak yerine kendisine verilen kaçma şansını kullansaydı, herkes için uygulanabilecek bir hukuk sistemi idealinden çok daha uzakta olmaz mıydık? Galileo’nun, Katolik Kilisesinin düşüncesini bile bile, “Dünya’nın Güneş çevresinde döndüğü” tezini dile getirmesi, o dönemin otoritesine karşı çıkmak değil miydi? Hallac-ı Mansur, “ben Tanrı’nın ta kendisiyim” anlamındaki “Enel Hak” sözünde, Allah’ın 99 sıfatından biri olan “hak” sözcüğünün geçmesi sebebiyle işkence yapılarak 922 yılında idam edilmişti. Eğer o gün Hallac-ı Mansur akla dayanan her türlü yorumu yasaklayan İslam taassubu ile canı pahasına mücadele etmesiydi, Bektaşi tasavvufunda “Hak benim suretimde göründü” düşüncesinin ortaya çıkması mümkün olabilir miydi? 9. Ordu müfettişi olarak atandığı görevinden ve çok sevdiği askerlik mesleğinden 8 Temmuz 1919’da istifa ederek Kurtuluş Savaşı’nı başlatan Mustafa Kemal, Osmanlı hükümetinin kararlarına uymuş mudur? Bu durumda ölçülülük veya itidal hali bizleri, Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar adlı eserinde “ sizler, korkaklığınıza “ölçülü davranış” kılıfını geçirip, onunla teselli buluyorsunuz” tümcesinde dile getirdiği üzere gerçeklerle yüzleşme gücünden yoksun belirsiz “ortalama insan” olmaya mı yönlendiriyor?
Bireyler kendi hayat görüşü ve ahlak anlayışına göre nasıl davranacağı konusunda özgür olduğundan, bu soruların herkes için geçerli tek bir yanıtı yok. Ancak doğru karar vermek için bireyin algılarının taraflı olduğunu bilmesi ve bu nedenle gerçeği kavramanın güç olduğunun farkında olması iyi bir başlangıç olabilir.
Cornell Üniversitesinde görevli psikologlar JustinKruger ve David Dunning ’in “Dunning-Kruger Etkisi” adıyla bilinen kuramı özetle “cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır” demektedir, yani bizlerin “cahil cesareti” dediği şeydir aslında. Metin çözme, araç kullanma, tenis oynama gibi çeşitli alanlarda yapılan araştırmaların sonucundaki bulgular şöyledir:
– Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
– Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.
– Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
– Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.
İki uzman kuramlarını Cornell Üniversitesi’nden 45 öğrenciye yaptıkları bir test ile sınamışlar, çeşitli sorular sormuşlar, ardından öğrencilerden “testin sonucunda ne kadar başarılı olacaklarını tahmin etmelerini” istemişlerdir. Soruların en fazla yüzde 10’una doğru yanıt veren başarısız öğrencilerin testin yüzde 60′ına doğru cevap verdiklerini, ayrıca iyi günlerinde olsalar yüzde 70′e ulaşabileceklerine inandıkları ortaya çıkmıştır. Sorunların yüzde 90 ve fazlasına doğru yanıt veren başarılı öğrencilerin ise soruların yüzde 70′ine doğru cevap verdiklerini düşündükleri görülmüştür. Kanımca başarılı öğrencilerin daha az oranda soruya yanıt verdiklerini düşünmeleri, gereksiz bir alçak gönüllülükten daha çok bilmediklerinin bildiklerinden çok olduğunun farkında olmalarıdır.
Bu nedenle bireyin eğitim yoluyla niteliklerinin arttırılması çok önemli. Eğitim süreci bireyin kendini tanıması ve aklını kullanılmasını sağlayabilirse eğer, doğuştan gelen ve çevresel etkilerle şekillenen zekanın daha iyi kullanılmasını mümkün olur. Zeka çok önemli olmasına karşın olup biteni kavramak ve anlamak için tek başına yeterli değildir. Örneğin dünyada 200 IQ değerinin üzerinde azımsanmayacak sayıda bilim insanı olmasına karşın,büyük buluşların sahipleri olamamışlardır.Bireysel katkılar çok büyük ve önemli olsalar da bugünkü uygarlık seviyemiz toplumsal faaliyetin bir sonucudur.
Karınca ve arıların her birinin tek başına çok az zekaya sahip olmalarına karşın, bir araya gelip sürü oluşturduklarında müthiş bir performans sergilemeleri, bilim adamlarının uzun bir süreden beri üzerinde çalıştıkları bir konu. “Sürü zekası” kavramı, birlikte hareket ettiklerinde çok zor sorunlara hayli etkili çözümler bulma becerisine kavuşma ve değişen çevre koşullarına uyum sağlayabilme anlamına geliyor. Bizler çok daha zeki canlılar olsak da büyük sorunlar karşısındaki zekamızın yetersizliği, karıncaların daha küçük problemler karşısındaki durumundan pek de farksız değildir kanımca. Kişi bunun farkında olarak akıl diye tanımladığımız zeka ve bilgiyi birlikte kullanarak bitmez olgunlaşma yolcuğuna açılacaktır.
Beynimizin sol yarım küresinde oluşan akılcı zihin, çoğunlukla farkında olduğumuz bir kavrama tarzıdır; rasyonel, sözel ve sistematiktir, bilincimize daha yakındır, düşüncelidir. Bunun yanı sıra beynimizin sağ yarım küresinde oluşan fevri ve güçlü, bazen de mantıksız olan bir kavrama sistemi daha vardır ki bu da duygusal zihindir.
Biri duygusal biri akılcı olan bu iki zihin, çoğunlukla bir uyum içinde ve farklı bilinç biçimlerini birbiriyle kaynaştırarak hayatta yol almamıza yardımcı olurlar. Duygu, akılcı zihnin işleyişine katkıda bulunur, akılcı zihin ise duygusal verileri şekillendirir ve bazen reddeder. Ancak yine de duygusal ve akılcı zihinler yarı bağımsız melekelerdir; her ikisi de, beyindeki farklı ama birbiriyle bağlantılı devrelerin işleyişini yansıtırlar. Genelde duygusal ve akılcı zihin denge halindedir. Ancak yaşamın tehlikede olduğu anlarda, hisler yoğunlaştıkça ve tutkular öne çıktıkça, bu ikisi arasındaki denge bozulur ve duygusal zihin üstünlük sağlayarak akılcı zihni etkisiz hale getirir.
Farklı bilinç biçimlerimizin dengede olduğu durumda ancak üretkenliğimiz en üst seviyeye çıkabilmektedir ki bu da düzen içinde olmayı gerektirir, bu nedenle yaşadığımız ülkenin düzen içinde olması oldukça önemli olduğunu, kargaşa ortamında bir çalışma yapılamayacağını kabul etmekte fayda var. Bu nedenle sanırım yavaş değişiklikler toplumsal bakımdan daha yararlı olacaklardır.
Hüküm vermek, hem de doğru hüküm vermek, sahip olduğumuz bilgi birikimi ve zekamızın dışında, deney yapmadan, mantıksal muhakemeye başvurmadan birden bire kavrama anlamında tanımlayabileceğimiz sezgisel düşünmeyi de gerektirir. ChristopherChabris ve Daniel Simons’un“Görünmez Goril” isimli kitabında yer alan deneyde Üniversite öğrencileri, tattıkları reçeller üzerine düşünüp onları puanlamaya kalktıklarında, uzmanların reçellerin lezzetiyle ilgili verdikleri puanlardan uzaklaşıyorlar. Aksine denek gruplarının düşünmeden, hızla verdikleri puanlar uzmanların puanlarına daha yakın çıkıyor. Yani daha az düşünerek daha iyi sonuçlar elde ediyorlar. Karmaşık örüntüler hakkında hızlı ve etkili karar veren bu içsel mekanizma, evreninin deneyimi veya bu deneyim bir kısmını içimizde taşıyor olabilir. Yine de sezgisel düşünce yoluyla ortaya çıkan düşünceler her zaman doğru olmaz. Sezgisel düşünme tarzı için kişinin belli deneyimlere, birikimlere gereksinim duyacağını, çözümleyici düşünme kadar emin adımlar içermediği için sezgisel düşünme ile akılcı düşünmenin denge halinde olması gerektiğini belirtmekte fayda görüyorum.
Genetik mirasımızın üzerine insanlığın bilgi birikimini ekleyerek akılımızı güçlendirmek, tasarladıklarımızı yapabilecek kudrete sahip olmak, zihinsel olgunlaşma yolunda önemlidir, ancak güzellik ve sevgi duyguları ile birlikte akıl ve sezgisel düşüncenin dengeli kullanımı sayesinde hikmet sahibi olunabilir. Kendini sevebilen insan diğer insanları da sevebilecek varlıklar olarak değerlendir, böylelikle kişinin dış dünya ile ilişkisini anlamada sevgi duygusu önemli bir rol oynar. İnsanları olduğu gibi kabul etmek ve görebilmek de sevgi ile ilgilidir. 1950 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde, yetimhanelerdeki yüksek bebek ölüm oranlarının nedenlerini araştıran RenéSpitz, bakıcıların bebekler ile yeterli fiziksel teması sağlamamalarının ve duygusal yakınlık kurmamalarının yüksek ölüm nedenleri arasında olduğunu belirlemesi önemli olduğu kadar, düşündürücü ve son derece üzücüdür. Çocuk güvenli ve uyumlu bir aile ortamında kişilik kazanarak olgunlaşır. Kendisine gösterilen anlayış, destek ve güven onu hoşgörülü, kendi başına karar verebilen ve kendisine saygısı olan bir birey haline getirir. Bu şekilde sevgiyi öğrenen birey, kendisi de sevgiyi üretip çevresine vermeye başlayacaktır. Sevginin öğrenilmesi, olgunlaşması ve davranışa dönüştürülmesi için gerekli olan bu süreçte meydana gelebilecek olumsuz durumlar, bireyin ileride ruhsal sorunlar yaşamasına sebep olabilmektedir. Sadece sevginin yetersiz ifade edilmesi ve gösterilmesi değil, aynı zamanda, sevginin fazla verilmesi ve gösteriliş biçimindeki çarpıklıklar da ruhsal sorunlara neden olabilmektedir. “Narsistik” dediğimiz kendini aşırı beğenen, seven kişiler, çevrelerinde de kendilerine hayran insanlar bulundurur ve bunları sömürdükten sonra bırakır. Birçok konuda olduğu gibi duyguların ifade edilmesinde de ölçülü olunmasının önemi anlaşılmaktadır.
Bugün, beynimizde bulunan haz merkezindeki bazı nöronlar tarafından salgılanan kimyasal ileticilerin kendimizi iyi hissetmemizi sağladığını biliyoruz. Bir başka deyişle nöronlar davranışlarımızın şekillenmesinde ve beynin ödül-haz sisteminde anahtar rol oynamaktadır. Bir eser ortaya çıkarmak için bu üç unsurun dengeli varlığı gereklidir. İlginç bir nokta olarak bireyin yaşadığı ortama güzelliklerden daha çok çirkinliklerin egemen olması durumunda, beynin karmaşık yapısının sonucu oluşan uyaranlar bireyin güzellikleri düşlemesine engel olmuyor, adeta güzellikleri zihninin derinliklerinde oluşturabiliyor.
Davranışlarımızı yönlendiren kişiliğimiz, zihinsel seviyemize ek olarak bedensel, kültürel, ailesel, sosyal yapı, kitle yayın organları ve diğer faktörlere göre şekillenmektedir. Bu da olumlu bir değişim diye nitelendirebileceğimiz olgunlaşma sürecinin aslında tamamen kişinin denetiminde olmadığı anlamına gelir. Büyük ölçüde çocukluk çağlarında şekillenen kişiliğimizin belirlediği davranışlarımızın değişmesi, John Maxwell’in de dile getirdiği üzere koşulların dayatması nedeniyle zorla, öğrendiklerimiz nedeniyle isteyerek ya da kemale erdiğimiz için kendiliğinden gerçekleşir.PsychologicalScience in thePublicInterest dergisinde yayınlanan bir makalede insanların inandıkları şeyin yanlışlığını kanıtlamak bile çoğu zaman inançlarına olan bağlılıklarını zayıflatmadığı gibi daha da kuvvetlendirmektedir. Bu nedenle insan davranışlarının arkasındaki etmenlerin farkında olarak yargılarımızda ölçülü olmak, kısacası akıl ve hikmet sahibi olmak için zeka, bilgi, duygu, sezgi, sevginin dengeli varlığı gerekli gözüküyor.
Değişimin çok zahmetli ve yavaş bir süreç olduğunu bilerek bizler, barışçı, saygılı ve üretken bir ortamda yaşarken, çocuklarımız için daha iyi bir dünya bırakabiliriz.
Kaynaklar:
1. İnsan ve Davranışları, Doğan Cücelioğlu, Remzi Kitapevi, 10. Basım, ISBN 975-14-0250-6,
2. Kişilik, Jerry M. Burger, Çeviren: İnan Deniz Erguvan Sarıoğlu, Kaknüs Yayınları, ISBN 975-254-060-1,
3. Hallac-ı Mansur En-el Hak, Kevser Yeşiltaş, Sınır Ötesi Yayınları, ISBN 978-975-8312-57-3,
4. İlçağ’da Doğa Felsefeleri, Arda Denkel, Doruk Yayımcılık ISBN 978-975-553-409-1,
5. Görünmez Goril (Gündelik Yanılsamalar Hayatımızı Nasıl Yönlendiriyor?), ChristopherChabris, Daniel Simons, NTV Yayınları, ISBN 978-605-5443-25-2
6. Kararın Nöro Anatomisi, http://www.acarbaltas.com/makaleler_detay.php?id=116#.UpUXOcRdXAQ
7. Dunning-Kruger Sendromu, http://www.msxlabs.org/forum/psikoloji-ve-psikiyatri/302469-dunning-kruger-sendromu.html
8. “Bildiğim İyidir”, http://www.acarbaltas.com/makaleler_detay.php?id=107#.UpUX7MRdXAQ
9. “Swarmintelligence”,http://www.capital.com.tr/online-haberler/17157.aspx
10. Diss Information: Is There a Wayto Stop Popular FalsehoodsfromMorphinginto “Facts”?,http://www.scientificamerican.com/article.cfm?id=how-to-stop-misinformation-from-becoming-popular-belief&WT.mc_id=SA_WR_20121010
11. Ufak Şeyleri Dert Etmeyin – Dr. Richard Carlson, http://www.edebyahu.com/odev/1076/ufak-seyleri-dert-etmeyin-dr-richard-carlson
12. Loneliness in Infancy: Harry Harlow, John BowlbyandIssues of Separation, Frank C. P. van der Horst &Renévan der Veer, http://www.researchgate.net/