Olmaması Gereken Atasözleri(miz)…
Atasözlerimiz eskilerden gelen ve atalarımızın tecrübeleriyle oluşturduğu önemli sözleri içerir diye düşünürdüm; fakat bazı atasözlerimiz var ki bunların niye var olduğunu, nesillerden nesillere neden aktarıldığını ve günümüzde hala geçerliliklerinin sebebini anlamış değilim.
Örneğin “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar”
Böyle bir atasözü olabilir mi?
Kişi doğru konuşursa onu toplumdan dışlanmak doğru mudur?
Tam tersine Doğru söyleyeni bağrımıza basıp, yalan söyleyeni aramızda ayırmamız gerekmez mi?
Bu atasözünün tam tersi olan “ Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” sözü mü geçerlidir?
Yoksa yukarıdaki “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” mı geçerlidir? Eğer bu tatsız ata?sözü geçerli ise “Eğri otur, doğru söyle” sözünü nereye yerleştireceğiz?
Aslında atasözlerimiz arasında böyle tenakuz yani karşıt düşecek sözleriniz olmaması gerekiyor; kaldı ki Batı kaynaklarında araştırdım ve yabancı kaynaklarda doğru söyleyeni dışlayan hiçbir atasözüne rastlamadım…
Başka tatsız bir atasözümüz ise: “Üzümü ye bağını sorma”.
Şimdi biz bir gereç alırken veya bir şey yerken o malın nasıl elde edildiğini sormayacak mıyız?
Hırsızlık veya dolandırıcılıkla elde edilmiş bir şeyi gönül rahatlığıyla kullanacak mıyız? Olmaz böyle şey…((
Diğer bir atasözümüz ise “Bal tutan parmağını yalar”
Açıklamaya çalışırsak: Başkalarına yararı dokunan yerlerde çalışan, onlara iyi ve güzel şeyleri sunmakla görevli bulunan kimse, ürettiğinden ya da dağıttığından kendisi de faydalanır. Genellikle bu tutum da hoş görülmeye çalışılır. Çünkü o görevi yapan bunu hak ediyor kanaati yaygın hâle gelmiştir. Halbuki bu da, çok yanlış bir atasözüdür. Her insan hakkına razı olup, farklı yorumlamalarla kendine her şeyden pay çıkarmaya çalışmamalıdır.
İşte başka bir atasözümüz : “Devletin malı deniz, yemeyen domuz.”
Galiba İçlerinde en ağır olanı bu atasözümüzdür; insan vatanının, devletinin malını çalmalı mıdır? Tabiatıyla hayır!
Hatta daha acısı, Eğer bu mallardan çalmaması durumunda kendisi İslam’da en aşağılık hayvan sayılan domuz yerine konmasıdır!
Devlet bizim devletimiz değil mi? devletin malından çaldığımız zaman aslında kendi malımızı çalmış olmuyor muyuz?
Hatta daha ağırı, tüysüz yetimin hakkını çalmış olmuyor muyuz?
Bu mantıki bir durum değildir; hele hele atasözlerimiz arasında girmesi, hiç kabul edilebilecek bir durum değildir. Ama ne yazık ki, Osmanlı’dan beri böyle gelmiş, böyle gitmektedir… Gitmektedir de, sonucu ne olmaktadır? Giderek Batı toplumundan dışlanmaktayız…
Galatasaray Lisesi’nde okuduğum yıllarda diplomalar için bir deyim vardı: “Bon pour l’Orient”; yani “Doğu için iyidir”. Daha doğrusu “Doğu için yeterlidir”
Bu genelde Fransız okullarından alınan diplomaların üzerine vurulan bir damga idi ve anlamı da “Bu diploma Fransa’da veya Avrupa ülkelerinde geçmez. Sadece ve sadece doğu ülkelerinde geçer” demekti. O zamanlar bunun anlamı bana çok ağır gelmişti. Hâlbuki günümüzde öyle bir duruma geldik ki, batılıların söylediği “Doğu için yeterli” deyimi ne yazık ki doğru olduğunu ispat etti ve etmeye devam ediyor. ..
Böyle olmasını ister miydik? Tabii ki hayır! Ama zaman Doğu ülkeleri içinde yer alan memleketimizin de sahtekârlığa, hırsızlığa yatkın olduğunu ne yazık ki gösterdi.
Batı ülkelerinde böyle olaylar oluyor mu? Tabiatıyla oluyor. Fakat bizdeki kadar halk tarafından benimsenmiş rencide edici olaylar yaşanmıyor. Adalet onlar da daha etkin olduğu için böyle bir olay karşısında mahkemeler devreye giriyor ve kişinin cezası hukuka bağlı olarak veriliyor; ama bizde ne yazık ki bu sistem işlemiyor. İşlemeyen hukuk sistemi de hem bizim canımızı acıtıyor, hem de Batıya karşı boynumuzu büküyor…
Bu seferlik de bu kadar…